102 Yılda Sanayileşen Cumhuriyet: Yalın Bir Hayalden Küresel Güce

Bir ulusun kaderini değiştiren savaş cephede kazanılır; ama onu kalıcı kılan mücadele tezgâhta verilir. Cumhuriyet, işte o tezgâhın adıdır. Küllerinden doğan bir ülke, bir torna tezgâhının başında yeniden doğdu. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Ekonomik bağımsızlık olmadan gerçek bağımsızlık olmaz” derken, sadece bir cümle kurmadı bir kalkınma manifestosu yazdı.

Dr. Turhan KARAKAYA

Doğuş Üniversitesi Öğretim Üyesi

1923’te sanayi işletmeleri bir elin parmaklarını geçmiyordu. Bugün bir organize sanayi bölgesinde o kadar fabrika var. O yıllarda bir şeker fabrikası kurmak mucize sayılırdı; şimdi insansız hava araçları, yerli trenler, güneş panelleri, çip üretim hatları konuşuluyor. Aradaki fark sadece teknoloji değil; özgüvenin, aklın ve emeğin bir yüzyılda aldığı yol.

Cumhuriyet’in ilk fabrikaları sadece üretim yerleri değil, özsaygı atölyeleriydi. Sümerbank, Etibank, SEKA, Karabük Demir-Çelik, Şeker Fabrikaları… Hepsi birer üretim kalesiydi. Nazilli Basma Fabrikası açıldığında, halk çiçekli elbiseleriyle trene bindi, fabrikayı görmeye gitti. Çünkü o trenin dumanı, yoksul bir ülkenin umudunu taşıyordu.

Ama bu yol hep kolay olmadı. 1961’de dört mühendis bir gecede sıfırdan otomobil yaptı: Devrim Arabaları. Sadece benzin konulmadı diye “yapamadılar” dediler. Oysa asıl yapılan şey, “yaparız” diyebilme cesaretiydi.

Vecihi Hürkuş, kendi uçağını yaptı, uçtu ama inişine izin verilmedi. O uçaklar gömüldü, ama o cesaret milletin hafızasına kazındı.

Ve bir zaman geldi, öyle bir dönem ki, bayrak direğinin ipini bile ithal ettik.

Kendi bayrağını göndere çekmek için bile başkasına muhtaç kalmanın acısını bu ülke unutmadı.

Ama sonra her kriz bir dirilişe dönüştü.

Birileri “yapamazsınız” dedikçe, bu millet torna tezgâhının başına geçti.

Bir dönem iğne bile üretemeyen Türkiye, bugün iğne deliğinden geçecek mikroçipler geliştiriyor.

Bir dönem motor ithal eden Türkiye, şimdi kendi motorunu tasarlıyor.

Bir dönem montajla övünürken, şimdi mühendislik ihraç ediyor.

Evet, 1980’de sadece 3 milyar dolar olan ihracat, bugün 250 milyar doları geçti. Ama aslında bizim en büyük ihracatımız özgüven.

Çünkü artık Türkiye sadece ürün değil, akıl da ihraç ediyor.

Kod yazan gençlerimiz, robot tasarlayan mühendislerimiz, yeşil enerjiyle çalışan fabrikalarımız var.

Bir zamanlar Sümerbank’ın dokuma tezgâhında başlayan üretim hikâyesi, bugün dijital fabrikaların ekranlarında devam ediyor.

Kimi diyor ki “Sanayi dönemi bitti, çağ dijitalleşti.”

Oysa Türkiye’nin hikâyesi bunun tam tersini söylüyor: Bizde dijital dönüşüm bile torna tezgâhından başlar.

Yapay zekâ geliştirirken bile üretmenin gururu vardır bu topraklarda.

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı artık yeni bir cepheye taşındı.

Bu defa savaşlar silahla değil; karbon salımı, enerji verimliliği, dijital rekabet ve sürdürülebilirlikle kazanılıyor.

Ama hedef değişmedi: Tam bağımsızlık.

Yani başkasının enerjisine, yazılımına, finansına, patentlerine muhtaç olmadan üretmek.

Bugün 400’ü aşkın organize sanayi bölgesinde 80 bin fabrika var. Her sabah milyonlarca işçi, teknisyen, mühendis siren sesiyle işe başlıyor; o ses aslında Cumhuriyet’in yankısı:

Üret, çalış, geliştir.”

O ses durmadıkça bu ülke ilerlemeye devam edecek.

Bir asır önce atılan o sanayi tohumu bugün meyve veriyor.

Arada durduk, tökezledik, hatta bazen kendi mucitlerimize inanmadık.

Ama hiçbir zaman “yapamayız” demedik.

Çünkü Cumhuriyet sadece bir yönetim biçimi değil, bir üretim biçimidir.

Bir ülke düşünün…

Bayrak direği ipini bile ithal ettiği günlerden, uzaya uydu gönderen bir sanayi gücüne dönüşsün.

İşte o ülkenin adı Türkiye, o hikâyenin adı Cumhuriyet’tir.

Cumhuriyet, bu toprakların sadece yönetim sistemi değil; üretilen her vida, her yazılım, her hayalin vicdanıdır.

Ben yaptım, uçtum… ama izin vermediler ama bir gün bu milletin çocukları, daha yükseğe uçacak.” Vecihi Hürkuş

Kaynak: Sanayi Gazetesi

Yorum Yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 + nineteen =