Yapay Zekâ

Yıllardır faaliyet gösteren ve ülkemizin gelişmekte olan sanayisi için çok faydalı bir yayın organı olan Sanayi Gazetesi’ndeki ilk yazımla okur severlere ‘Merhaba’ diyorum.

Dr. Levent Sümer

levent.sumer@smrstrategy.com

Yıllarca özel sektörde üst yönetici pozisyonunda çalışmış, mühendislik kökenli bir akademisyen, stratejist ve yazar olarak bu haftadan itibaren bu köşede küresel ekonomik gelişmeler ışığında ülkemizin ekonomisi, sanayisi ve kalkınmasına yönelik analizleri, modelleri ve çözüm önerilerimi sizlere kalemimin mürekkebi ve klavyemin tuşları yettiğince aktarmaya çalışacağım.

İlk yazımı, içinde bulunduğumuz ve belki de yıllar sonra adının tarih kitaplarında ‘Dijital Çağ’ olarak yer almasına vesile olacağına inandığım ülkemiz ekonomisi için de son derece üzerinde durulması gereken ve yatırım yapılması gereken ‘Yapay Zekâ’ üzerine yazmak istedim.

Yapay zekanın geçmişi, 20. yüzyılın ortalarına, bilgisayarın da babası olarak kabul edilen Alan Turing’e dayanır. Turing, makinelerin düşünebileceğini öne sürmüş ve 1950’de Turing Testi kavramını geliştirmiştir. 1956 Dartmouth Konferansı, yapay zekanın resmi doğuşu olarak kabul edilir. John McCarthy, bu konferansta ‘Artificial Intelligence’ (Yapay Zekâ) terimini kullanmıştır.

Ordinaryus Profesör Cahit Arf da 1959 yılında yazdığı ‘Makine düşünebilir mi ve nasıl düşünebilir?’ makalesinde makinelerin dil kullanabilme, hesap yapabilme, benzerlik kurabilme ve elimine edebilme kabiliyetleri ile insan beyni ve makinelerin işleyiş tarzı arasındaki benzerliklere işaret etmiş, insan ve makine arasındaki temel fark olarak insanın sahip olduğu estetik bilincin makinelere kazandırılmasının güçlüğü olarak belirtmiştir.

Yapay zekâ alanlarından biri olan robotları ve robotlarla birlikte yaşanan dünyayı Boston Üniversitesi’nde biyokimya profesörlüğü yapmış Amerikalı yazar Isaac Asimov’un daha 1950’de yazdığı I-Robot kitabında okuma ve 2004’te sinemaya da uyarlanan filmiyle izleme imkânı yakaladık. Asimov kitabında robotlarla ilgili 3 yasadan bahseder:

  • Bir robot bir insana zarar veremez. Ya da hareketsiz kalarak bir insanın zarar görmesine neden olamaz.
  • Bir robot, birinci yasayla çelişmediği sürece insanların verdikleri emirlere uymak zorundadır.
  • Bir robot, birinci ya da ikinci yasayla çelişmediği sürece kendi varlıklarını korumak zorundadır.

1990’lara kadar yapay zekâ ve robot teknolojileri ve ile ilgili gelişmeler yavaş seyrederken 1990’larda makine öğrenmesi ve istatistiksel yöntemler öne çıkmaya başladı. 1997 yılında yapay zekâ teknolojisiyle geliştirilen Deep Blue’nun Dünya Satranç Şampiyonu Gary Kasparov’u yendiğini hatırlayalım.

 2010’ların başında, büyük veri ve güçlü işlemciler sayesinde derin öğrenme (deep learning) hız kazandı. 2012’de AlexNet, yapay sinir ağlarını kullanarak görüntü tanımada ciddi gelişme kaydederken, Boston Dynamics’in 2013 yılında zıplayan robotlarına 2017’de Facebook tarafından üretilen iki robotun kendi aralarında geliştirdikleri bir dil sonrası imha edildiğine ve 2024 yılında ise ABD’de yapay zekâ ile uçurulan F-16 uçağı insan tarafından kullanılan F-16’yı it dalaşında yenmeyi başardığına şahitlik ettik.

Son 25 yıl içerisinde teknoloji alanında geldiğimiz seviye baş döndürücü. Bir taraftan politik gerilimler ve ekonomik krizlerle uğraşırken yapay zekanın çok yakın zamanda hayatın her alanına nüfuz edeceği bambaşka bir döneme doğru giriyoruz.

Şirketler yapay zekâ merkezli dijital dönüşüme ayak uydurabildiği ölçüde varlıklarını geleceğe taşıyabilecekler. Yapay zekâ dil, görüntü ve sanat alanlarında büyük ilerleme sağladı, otonom araçlar, sağlık, finans ve üretim gibi sektörlerde yapay zekâ kullanımı hızla arttı.

Her ne kadar Daron Acemoğlu geçen sene yayınladığı makalede biraz daha konservatif bir değerlendirme yapsa da Uluslararası Para Fonu’na (IMF) göre, yapay zekâ dünya çapındaki işlerin neredeyse %40’ını etkileyecek. Goldman Sachs, yapay zekanın küresel GSYİH’yi 10 yıl içinde 7 trilyon dolar — ya da %7 — artıracağını öngörmekte. McKinsey’nin tahminine göre ise bu rakam yıllık 17,1 ile 25,6 trilyon dolar arasında değişebilir. Bu tahminler diğerlerine kıyasla nispeten muhafazakâr sayılıyor.

Küresel yapay zekâ pazarı 2023 itibarıyla yaklaşık 240 milyar USD değerindeyken, bu büyüklüğün 2030’a kadar 1,8 trilyon USD’ye ulaşması beklenmektedir. Üretkenliği %40’a kadar arttıracağı, işletmelerin maliyetlerini %30 oranında düşüreceği öngörülen yapay zekâ ile birlikte 85 milyon geleneksel işin yok olacağı ancak 97 milyon yeni iş alanı oluşacağı düşünülmekte. İnsan hatalarını %85 oranında azalttığı düşünülen yapay zekâ kullanımı özellikle etik kurallar ve iş gücü adaptasyonu noktasında riskler barındırmakta ancak işletmelere ciddi katkılar sunmaktadır.

Türkiye’de küçük adımlarla da olsa işletmelerde yapay zekâ kullanımının son yıllarda arttığını söylemek mümkün. Yapay Zekâ Politikaları Derneği (AIPA) ve Kuantum Araştırmanın hazırladığı rapora göre Türkiye’deki işletmelerin %17,5’i yapay zekayı kullanmakta ve bu işletmeler yapay zekayı yönetim, finans, pazarlama, müşteri ilişkileri yönetimi, üretim ve AR-GE alanlarında değerlendirmekte.

Sağlıkta erken teşhis, bankacılıkta dolandırıcılığın önlenmesi, perakendede öneri sistemi ile satışların arttırılması, üretimde kalite kontrolü ve verimlilik artışı gibi alanlarda yapay zekâ kullanan işletmeler rakiplerine göre bir adım öne çıkmaktadır.

Yapay zekayı kullanmayan işletmelerin piyasada ne kadar bir süre daha ayakta kalacağını bilmemekle birlikte kullananların hızla büyüyeceği ve birçok sektörde adını duymadığımız şirketlerin hızla yükselerek piyasayı domine edeceğini söylemek mümkün.