21.yüzyılda ekonomik kalkınmanın itici gücü, yalnızca büyüme oranlarıyla değil; üretim yapısının niteliği, teknolojiye uyum kapasitesi ve uzun vadeli sürdürülebilirlik yeteneğiyle ölçülmektedir. Türkiye gibi orta gelirli ve sanayileşme sürecini tamamlamamış ülkeler açısından, sanayi politikası artık sadece sektörel teşviklerin toplamı değil; yapısal dönüşümün ve stratejik yönetişimin temel aracıdır.
Prof. Dr. Metin DUYAR
Sanayi, Türkiye’nin dış ticaret dengesinden istihdam yapısına, Ar-Ge kapasitesinden bölgesel kalkınma hedeflerine kadar birçok alanda belirleyici bir rol oynamaktadır. Ancak bu potansiyelin tam anlamıyla değerlendirilebilmesi için, mevcut üretim yapısının dönüştürülmesi ve kurumsal sürekliliğe dayanan, çevresel ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir sanayi politikası mimarisinin kurulması gerekmektedir.
Bu yazı, Türkiye’nin sanayi politikalarının geçmişten bugüne evrimini ve geleceğe yönelik dönüşüm ihtiyacını; teknoloji, işgücü ve yatırım eksenlerinde tartışmayı amaçlamakta, sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir sanayi politikası vizyonuna katkı sunmayı hedeflemektedir.
Türkiye’de neden sanayi?
Sanayi sektörü, Türkiye ekonomisinin uzun vadeli büyüme potansiyelini ortaya çıkaran, yüksek katma değer yaratan ve dış ticaret dengesine doğrudan katkı sunan en kritik alanlardan biridir. Tarım ve hizmetler önemli istihdam alanları sunarken, kalıcı verimlilik artışları ve ihracat kapasitesi açısından sanayi sektörü hâlâ ön plandadır. Türkiye gibi küresel tedarik zincirlerinde orta düzeyde konumlanan bir ülke için sanayi, bu konumu yukarıya taşımanın en gerçekçi yoludur.
Sanayi, yerli üretim kapasitesini güçlendirme, teknoloji üretimini yaygınlaştırma ve nitelikli işgücü talebini artırma yönleriyle Türkiye’nin sosyo-ekonomik kalkınmasında çarpan etkisi yaratır. Enerji, otomotiv, makine, savunma sanayi ve kimya gibi stratejik alanlarda sağlanacak gelişmeler hem ihracat hacmini hem de üretimde yerlileşme oranlarını artıracaktır. Sanayi aynı zamanda kur dengesi, ödemeler dengesi ve cari açık gibi makroekonomik göstergelere de doğrudan etki eder.
Türkiye’de sanayi politikası nasıl kurgulanmalı?
Sanayi politikalarının etkili olabilmesi için teknoloji, işgücü ve yatırım üçgeni temelinde yapılandırılması gerekmektedir:
- Teknoloji Odaklılık: Türkiye’nin yüksek teknolojiye dayalı, ihracat potansiyeli taşıyan sektörleri net biçimde belirlemesi ve bu alanlara uzun vadeli destek sağlaması gerekmektedir. Dijital teknolojiler, savunma sanayi, yazılım, yenilenebilir enerji gibi alanlarda teknoloji geliştirme kapasitesi artırılmalı, kamu destekleri Ar-Ge, patent üretimi ve ticarileştirme süreçlerine yönlendirilmelidir.
- İşgücü Uyumu: Sanayi politikası ile meslekî ve teknik eğitim politikaları entegre hâle getirilmelidir. Sektörel beceri haritaları çıkarılmalı, bölgesel işgücü planlaması yapılmalı, yaşam boyu öğrenme desteklenmelidir. Üniversite-sanayi iş birlikleri, yalnızca proje bazlı değil, sürdürülebilir altyapılara dayalı olarak kurulmalıdır.
- Yatırım Ortamı ve Finansman: Kalkınma bankaları, yatırım fonları ve risk sermayesi mekanizmaları güçlendirilmelidir. Yatırım ortamı; uzun vadeli öngörülebilirlik, finansal erişim, bürokratik kolaylık ve düzenleyici netlik açısından geliştirilmelidir. Organize sanayi bölgeleri, teknoparklar ve kümelenme projeleri yaygınlaştırılmalı, kamu-özel iş birlikleri desteklenmelidir.
Türkiye’nin sanayi politikası: Dönüşüm ve sürdürülebilirlik
Türkiye, sanayileşme yolculuğuna Cumhuriyet’in ilk yıllarında kamu öncülüğünde planlı bir kalkınma modeliyle başlamıştır. 1930’lu yıllarda uygulanan Birinci ve İkinci Beş Yıllık Sanayi Planları ile Sümerbank, Etibank ve Şeker Fabrikaları gibi kurumlar kurularak ülkenin temel sanayi altyapısı oluşturulmuştur. Bu kamu öncülüğündeki model, sadece sanayi değil; enerji, ulaşım ve finansman gibi tamamlayıcı sektörlerin de devlet koordinasyonuyla gelişmesini sağlamıştır. Sanayi yatırımlarının bölgesel dağılımı, altyapı eşitsizliklerini azaltmayı ve ulusal bütünlüğü ekonomik kalkınma yoluyla pekiştirmeyi amaçlamıştır.
1950’li yıllarda ithal ikameci sanayileşme politikalarına geçilmiş; bu politikalar aracılığıyla iç pazar korunarak yerli sanayi gelişimi teşvik edilmiştir. Ancak bu modelin uzun vadede dış rekabete kapalı bir üretim yapısı doğurması, teknoloji üretiminin sınırlı kalması ve verimlilik artışının sağlanamaması gibi sorunlar ortaya çıkmıştır. 1980 sonrası dönemde ise Türkiye, dışa açık, ihracata dayalı büyüme stratejisine yönelmiş ve neoliberal ekonomi politikalarını benimsemiştir. Bu geçiş, kamu sanayi yatırımlarının özelleştirilmesi ve devletin doğrudan üretici rolünden çekilmesiyle sonuçlanmıştır.
1990’lı yıllar, ekonomik krizler ve siyasi belirsizlikler nedeniyle sanayi politikasında ciddi kopuklukların yaşandığı bir dönem olmuştur. Kurumsal koordinasyon eksikliği, kısa vadeli teşviklerle uzun vadeli dönüşüm hedeflerinin birbirini tutmaması ve altyapı yatırımlarında dengesizlikler sanayi gelişimini yavaşlatmıştır. 2000’li yıllarla birlikte Türkiye, yeniden sanayiye odaklanan bir yönelim içine girmiş; özellikle KOBİ’ler için destek mekanizmaları, organize sanayi bölgeleri, teknoparklar ve ihracata dönük büyüme stratejileri ön plana çıkmıştır.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı koordinasyonunda yürütülen programlar (Örneğin: Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı, TÜBİTAK Ar-Ge destekleri, KOSGEB teşvikleri) üretim kapasitesini artırmakla birlikte, yüksek teknolojiye dayalı üretim oranları hâlâ sınırlı düzeydedir. 2023 verilerine göre, yüksek teknolojili ürünlerin toplam ihracat içindeki payı %5,1 seviyesine ulaşmıştır. Bu oran, geçmiş yıllarda %2–3 bandında seyreden seviyelerle karşılaştırıldığında dikkat çekici bir yükselişe işaret etmektedir. Aşağıdaki grafik, Türkiye’nin yüksek teknoloji ihracat oranındaki değişimi yıllar içinde görselleştirmektedir:
Bu yükseliş, teknoloji odaklı politikaların etkisinin artmaya başladığını gösterse de sürdürülebilirlik açısından yapısal reformların sürmesi gerekmektedir. Nitelikli işgücü arzı, yerli üretim kapasitesi ve teknoloji ticarileştirme süreçleri hâlâ zayıf halkalar olarak varlığını sürdürmektedir.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel sorunlardan biri de üretim yapısının düşük ve orta teknolojiye sıkışmış olmasıdır. Bu yapının dönüşebilmesi için teknoloji geliştirme, mühendislik kapasitesi, üniversite-sanayi iş birliği ve nitelikli işgücü arzının eş zamanlı ve entegre şekilde ele alınması gerekmektedir. Sadece finansman sağlamak değil, bu finansmanın doğru yönlendirilmesi, sektör önceliklendirmesi ve takip sistemlerinin etkin çalışması da büyük önem taşımaktadır.
Ayrıca Türkiye’nin sanayi politikalarının yeşil dönüşüm ve dijitalleşme ile entegre hâle gelmesi gerekmektedir. Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında sınırda karbon düzenlemeleri gibi gelişmeler, Türkiye’nin sanayi ihracatının sürdürülebilirliğini doğrudan etkileyebilir. Bu nedenle, enerji verimliliği, atık yönetimi, çevre dostu üretim süreçleri gibi konular sanayi politikalarının ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
Son olarak, sanayinin coğrafi olarak dengeli gelişimi de sürdürülebilirlik perspektifiyle ele alınmalıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu gibi görece az sanayileşmiş bölgelerde altyapı yatırımları, yatırım teşvikleri ve nitelikli işgücü eğitim programlarıyla yeni sanayi kümeleri oluşturulması mümkündür.
Tüm bu yönleriyle değerlendirildiğinde, Türkiye’nin sanayi politikası dönüşüm ve sürdürülebilirlik ekseninde yeniden yapılandırılmalıdır. Bu, sadece ekonomik bir zorunluluk değil; aynı zamanda toplumsal refahı artırmanın ve küresel rekabette güçlü bir konum elde etmenin anahtarıdır.
Türkiye’nin sanayi politikası, sadece ekonomik büyümenin değil, aynı zamanda yapısal dönüşümün ve ulusal rekabet gücünün temel taşıdır. Sanayileşme süreci, üretim kapasitesinin artmasının ötesinde; teknoloji üretiminin güçlendirilmesi, nitelikli işgücü istihdamının yaygınlaştırılması ve uzun vadeli yatırım ortamının istikrarlı biçimde şekillendirilmesini de kapsamaktadır. Bugün karşı karşıya olduğumuz küresel dönüşümler — dijitalleşme, yeşil ekonomi, enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik — sanayi politikalarının içeriğini daha da stratejik hâle getirmiştir.
Türkiye’nin mevcut üretim yapısı, büyük oranda düşük ve orta teknolojiye dayalı sektörlere odaklıdır. Bu yapının dönüşmesi için, yalnızca finansal teşviklerle değil; entegre bir vizyonla ve sektörel öncelikler temelinde planlanan, kurumsal kapasiteyle desteklenen bir sanayi politikasına ihtiyaç vardır. Bu kapsamda önerilebilecek bazı temel stratejik yönelimler şunlardır:
- Teknoloji Geliştirme ve Ar-Ge: Yüksek katma değerli üretim hedefiyle Ar-Ge harcamalarının artırılması, firmaların ticarileştirme yeteneklerinin güçlendirilmesi, ulusal patent portföyünün genişletilmesi öncelikli olmalıdır.
- Nitelikli İşgücü Stratejisi: Teknik eğitim altyapısının sektör ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılması, mesleki eğitim merkezlerinin OSB’lerle bütünleştirilmesi, yaşam boyu öğrenme programlarının yaygınlaştırılması gereklidir.
- Sektörel Önceliklendirme ve Yatırım Planlaması: Stratejik sektörlerde kümelenme ve ihracat odaklı üretim desteklenmeli; yeşil dönüşüm ve dijital altyapı yatırımları teşvik edilmelidir.
- Kurumsal Koordinasyon ve İzleme: Kamu kurumları arasında görev tanımları netleştirilmeli, sanayi politikaları izleme-değerlendirme mekanizmaları ile sürekli gözden geçirilmelidir.
- Sürdürülebilirlik Odaklı Üretim: Enerji verimliliği, döngüsel ekonomi, karbon ayak izinin azaltılması gibi sürdürülebilir üretim hedefleri sanayi teşviklerinin parçası hâline getirilmelidir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin sanayi politikası, dönüştürücü ve sürdürülebilir bir yaklaşımla yeniden kurgulanmalıdır. Bu süreçte teknoloji, işgücü ve yatırım üçgeni hem stratejik odak hem de uygulama zemini olarak değerlendirilmelidir. Uzun vadeli kalkınma hedeflerine ulaşmak için güçlü bir sanayi vizyonu, sadece ekonomik büyüme için değil; toplumsal refah, bölgesel denge ve küresel rekabetçilik açısından da kritik önemdedir.
Kaynak: Sanayi Gazetesi