Dr. Turhan KARAKAYA
(Makine Mühendisi, Mekatronik Mühendisi, Endüstri Yüksek Mühendisi)
Hisense HVAC Türkiye Genel Müdürü
Doğuş Üniversitesi (Doktor Öğretim Görevlisi)
Fabrikalarda yıllardır konuşulan “bu makine kendi kendine çalışıyor” cümlesi, artık mecaz değil gerçek. Üretim hatlarında, depo yönetiminde, enerji izleme panellerinde hatta planlama ofisinde bile makineler artık yalnızca çalışan değil, düşünen pozisyonda. Bir sensör hatayı fark edip teknik servisi arayabiliyor. Kamera, ürünün formunu analiz edip sapmaları insan gözünden önce görebiliyor. Yazılım, hafta sonu sipariş dalgalanmasına karşı salı günü ham madde girişini önerebiliyor. Tüm bunlar olurken, insan kaynakları hâlâ “verimlilik nasıl artırılır?” başlıklı Excel dosyasıyla uğraşıyor. Eh, buradan bir yerden başlamak gerek.
Dünya Ekonomik Forumu’nun verilerine göre, önümüzdeki iki yıl içinde otomasyon kaynaklı iş dönüşümlerinden yaklaşık 83 milyon kişi etkilenecek, ama aynı dönemde 69 milyon yeni iş alanı da doğacak. Yani iş elden gitmiyor, sadece şekil değiştiriyor. İş, artık bilek gücünden veri yorumlamaya kayıyor. Türkiye’de ise son iki yılda otomasyon yatırımları %30’un üzerinde artmış durumda. Kimsenin çok da ilan etmediği bu sessiz devrim, üretim sahasında koltuk düzenini değiştiriyor.
Bir zamanlar operatör, üç vidanın birini eksik sıkınca ustabaşı uyarı verirdi. Şimdi o vidaları bir robot takıyor, eksik olursa sistem kendini durduruyor. Yetmedi, hatayı raporluyor, zaman damgası koyuyor, sonra da “daha önce bu tür hata olmuş muydu?” diye kendi geçmişine soruyor. Sonra biz hâlâ “insan mı çıkarılsın makine mi alınsın?” tartışması yapıyoruz. Belki de doğru soru şu: İnsanla makine neden birlikte çalışmasın?
Otomasyonun üretimde sağladığı faydalar artık yıllık performans raporlarının dipnotu olmaktan çıkıp karar vericilerin gündemine taşınmalı. Bir beyaz eşya üreticisinde uygulanan görüntü işleme sistemi sayesinde kalite kontrol süresi %38 kısalmış, fire oranı %40 azalmış. Otomotiv sektöründe yapay zekâ ile desteklenen montaj hatlarında üretim hızı %22 artarken hata oranı da %30 azalmış. Enerji yoğun sektörlerde kullanılan veri odaklı üretim planlamasıyla yıllık enerji faturalarında %8 ila %10 tasarruf elde edilmiş. Yani mesele sadece hız değil, isabet. Kararları hızlı vermek değil, doğru vermek. Bazen üretim müdürünün üç günde çözmeye çalıştığı bir planlama problemi, yazılım tarafından üç saniyede çözülüyor. Müdür de hâlâ “bu ekranı kim yaptı böyle?” diye ekrana kızıyor.
Elbette bu dönüşümün çalışan üzerindeki etkileri de tartışılmalı. Yapay zekâ kimseyi işten çıkarmıyor, ama işin tanımını değiştiriyor. Tornavida tutan el, şimdi veri analiz eden parmağa dönüşüyor. Üretim operatörü bir anda “makinenin ne hissettiğini” anlamaya çalışan bir analizciye evriliyor. Şirketlerin de bunu anlaması, üretim planlarına teknik yatırım kadar insan kaynağı yatırımını da dahil etmesi gerekiyor. Aksi hâlde robotun yanında bekleyen ama ne yaptığını bilmeyen insan figürleriyle dolu bir gelecek bizi bekliyor olabilir.
Bu noktada Endüstri 5.0 kavramı anlam kazanıyor. Mesele sadece makinelerin ne kadar hızlı çalıştığı değil, insanların bu sistemlerle ne kadar uyum içinde çalışabildiği. Çünkü ne kadar zeki olursa olsun, yapay zekâ hâlâ müşteri psikolojisini okuyamıyor, pazardaki sinyali sezinleyemiyor ya da bir tedarikçiyi nazikçe erteleyemiyor. Yani karar destek sistemleri karar alabilir, ama vizyon hâlâ insanın işidir.
Yapay zekâ ile dönüşen sanayide en kritik unsurlardan biri de güven. Çalışanların sisteme güven duyması için şeffaflık şart. Ne toplandığı belli olmayan veri, hangi algoritmanın neye karar verdiği belli olmayan yapay zekâ sistemleri, teknolojik ilerlemeden çok endişe üretir. Oysa güven inşa edildiğinde insanlar teknolojiyi tehdit değil, yardımcı olarak görür. Belki de robotların çay içmeyeceğini biliyoruz ama insanlara çay molasını geri verebileceklerini de fark etmiyoruz.
Bu nedenle sanayi için yapay zekâ, sadece üretimi artırmanın değil, sürdürülebilirliği, esnekliği ve stratejik kapasiteyi güçlendirmenin de aracı olmalı. Her işletme yapay zekâyı üretim hattına değil, karar alma süreçlerine, insan kaynağı planlamasına, strateji kurgusuna entegre etmeli. Robotlar geldi diye panik yapmaya gerek yok. Sadece bir masa, iki sandalye ve bir çay daha söylemek yeterli. Çünkü bu kez gelen, iyi bir ekip arkadaşı olabilir.
Ve tam da burada, modern bilimin en hayalperest zihinlerinden biri olan Isaac Asimov’u anmak yerinde olur. Sadece bilim kurgu yazarı değil; aynı zamanda bir biyokimyacı, bir düşünür ve makinelerle insan ilişkisini ilk kez sistematik şekilde ele alan vizyonerdi. Asimov, makinelerin yalnızca komut alan araçlar değil, zamanla insanla birlikte karar verebilecek varlıklar haline geleceğini yıllar öncesinden öngörmüştü.
Biz yıllarca robotun insana benzeyip benzemeyeceğini tartıştık. Oysa Asimov’un da ima ettiği gibi, asıl mesele belki de insanla robotun birlikte düşünebilmesindeydi. Bugün üretim sahasında aynı masada çay içmek henüz mümkün olmayabilir ama birlikte düşünmek artık teknik olarak mümkün, stratejik olarak da zorunlu.
Geriye sadece bir şey kalıyor: o çayı kimin söyleyeceğine karar vermek.
Kaynak: Sanayi Gazetesi