‘Robot’ların kalbi yoktur! Sanayinin Kalbi Hâlâ İnsanda Atıyor,

Sanayi denildiğinde zihinlerde canlanan ilk şey çoğu zaman makineler olur. Devasa presler, sürekli dönen bant sistemleri, kıvılcımlar saçan kaynak robotları… İnsan gözünde sanayinin gürültüsü, dumanı, hızı hep öne çıkar. Oysa bütün bu görüntünün ardında asıl belirleyici olan, insan unsurudur. Teknoloji ilerler, makineler değişir, yazılımlar akıllanır; ama sanayinin kalbi hâlâ insanda atar. Bu basit gibi görünen gerçek, kimi zaman gözden kaçar.

Dr. Turhan KARAKAYA

Doğuş Üniversitesi Öğretim Üyesi

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün raporları, iş tatminsizliğinin üretim verimliliğini %15’lere kadar düşürdüğünü söylüyor. OECD verileri, çalışan memnuniyetinin yüksek olduğu şirketlerde iş gücü devrinin yüzde kırklara varan oranlarda azaldığını gösteriyor. Harvard Business Review’de yayımlanan bir araştırmaya göre ise, çalışan bağlılığı yüksek olan işletmelerin kârlılığı yüzde yirmi bir daha fazla. Şimdi düşünelim: makineler aynı, hammaddeler aynı, teknoloji aynı… Peki bu farkı yaratan nedir? Cevap çok basit: insan.

Bir işçinin sabah vardiyaya girdiğinde kendini değerli hissetmesi, sadece kendi üretimini değil, tüm fabrikanın havasını değiştirir. Psikoloji bize şunu gösteriyor: İnsan motivasyonu bulaşıcıdır. Bir hattaki memnuniyet, diğer hatlara da sirayet eder. Aynı şekilde umutsuzluk ve yabancılaşma da hızla yayılır. Bu yüzden işçinin ruh hali, yalnızca bireysel bir mesele değil, üretimin kolektif kaderidir. Sosyoloji burada devreye girer: Bireyin morali toplumsal bağları güçlendirir ya da zayıflatır.

Bugün Türkiye sanayicisinin en sık dile getirdiği problem, nitelikli insan kaynağı eksikliğidir. TÜİK verileri, mesleki ve teknik eğitim almış gençlerin istihdam oranının hâlâ Avrupa ortalamasının altında olduğunu ortaya koyuyor. Sanayiciler yeni makineleri kolayca satın alabilir, ithal yazılımları hızla kurabilir, ama bir ustayı, bir teknisyeni ya da vizyon sahibi bir mühendisi yetiştirmek yıllar alır. Makine ithal edebilirsiniz, insanı edemezsiniz. Bir ülkenin gerçek rekabet gücü, yetişmiş insan kaynağıyla ölçülür.

Sanayi devriminden bu yana makineler değişti. Buhar motorları yerini elektriğe bıraktı, bant sistemi robotlarla buluştu, bugün yapay zekâ ve dijital ikizlerden söz ediyoruz. Ama dönüp baktığımızda görüyoruz ki her dönemde insan faktörü belirleyici kaldı. 19. yüzyılın İngiltere’sinde de işçi ayaklanmaları sanayinin geleceğini etkiliyordu, 21. yüzyılın Türkiye’sinde de çalışan memnuniyeti üretimin seyrini değiştiriyor. Geçmiş bize şunu gösteriyor: makineler gelişir ama insan unsuru kaybolmaz.

Çalışma psikolojisi alanında yapılan araştırmalar, sıcak, gürültü ve ışık gibi çevresel faktörlerin çalışan performansını doğrudan etkilediğini kanıtlıyor. İç ortam sıcaklığındaki birkaç derecelik artış, dikkatte belirgin azalmaya yol açıyor. Uzun süreli stres ise hata oranlarını katlıyor. Avrupa’da 2022 yazında yaşanan sıcak dalgalarında altmış binden fazla insanın hayatını kaybettiği kaydedildi. Bu sadece konfor değil, hayati bir mesele. Fabrika içi iklimlendirme, iş sağlığı ve güvenliği, çalışma ergonomisi… Hepsi aslında insan unsurunu merkeze alan konular. Demek ki teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanın biyolojisi ve psikolojisi üretimin kaderini belirlemeye devam ediyor.

Sosyolojiye baktığımızda sanayinin yalnızca ürün değil toplum da ürettiğini görüyoruz. Fabrikalar, toplumsal sınıfların yapısını belirler, çalışma kültürünü şekillendirir, nesillerin değer yargılarını etkiler. Bugün “ara eleman” tartışmaları bu yüzden bu kadar yakıcıdır. Çünkü mesele sadece üretim değil, aynı zamanda toplumun dengesi ve geleceğidir. Eğer gençler mesleki eğitime uzak durursa, sadece fabrikalar değil, toplum da tecrübe ile bilgisini kaybeder.

Dijitalleşme çağında makinelerin rolü elbette artıyor. Yapay zekâ arızayı önceden tahmin edebiliyor, sensörler üretimi anlık izleyebiliyor, algoritmalar verimliliği artırabiliyor. McKinsey’in yaptığı bir çalışmaya göre, en ileri düzey otomasyona sahip sektörlerde bile üretim kararlarının yüzde altmışı hâlâ insanlara bağlı. Bu şu demek: makineler hesap yapıyor ama yönü hâlâ insan gösteriyor. Robot kol cıvatayı sıkıyor ama “hangi ürünü, hangi pazara, hangi stratejiyle üreteceğiz” sorularının cevabını hâlâ insanlar veriyor.

İşin biraz da gündelik, mizahi tarafına bakalım. Robotlar çok gelişmiş olabilir ama hâlâ kantinde simit kuyruğuna girmiyorlar. Vardiya arasında “çocuğun okul kaydı nasıl gitti” diye sormuyorlar. Bir ustanın yıllar içinde geliştirdiği sezgiyi, bir teknisyenin makinenin sesinden anladığı arızayı, bir mühendis ile işçi arasındaki esprili diyalogları kopyalayamıyorlar. İnsan bazen yönetilmesi zor bir varlıktır, ama üretime ruh ve anlam katan da yine insandır.

Pandemi dönemi bize insan unsurunun önemini bir kez daha gösterdi. Küresel tedarik zincirleri kırıldığında makineler aynıydı, ama kararları alan, yeni tedarikçiler bulan, üretimi yeniden planlayan yine insanlardı. Enerji fiyatlarının fırladığı dönemlerde fabrikaların ayakta kalabilmesini sağlayan da makineler değil, yöneticilerin stratejik zekâsı, çalışanların fedakârlığıydı. Kriz anında çözüm geliştiren, makine değil insandır.

Bugün sanayinin geleceği konuşulurken hep karbon ayak izi, yeşil dönüşüm, dijital ikizler, endüstri 5.0 gibi kavramlar gündeme geliyor. Bunlar elbette çok önemli. Ama bütün bu süreçlerin merkezinde insan faktörü yoksa ne karbon azalır ne dijitalleşme başarılı olur ne de üretim sürdürülebilir hale gelir. Çünkü asıl mesele insanın değerini bilmek, onu merkeze koymak.

Sanayide insan unsuru bazen gözle görülmez ama etkisi büyüktür. Bir işçinin aldığı maaşla çocuğunu okula göndermesi, o çocuğun ileride mühendis ya da teknisyen olarak geri dönmesi, bu döngünün en değerli halkasıdır. Fabrika duvarlarının içinde sadece üretim yapılmaz, toplumun geleceği de inşa edilir.

Kısacası, sanayi makinelerle hızlanır ama insanla anlam kazanır. İnsan yoksa üretim sadece metalin metalle buluştuğu soğuk bir süreç olur. İnsan varsa, üretim topluma değer katan bir kültüre dönüşür.

Ve yazıyı Albert Einstein’ın şu sözüyle bağlayalım: “Teknoloji insanı değiştirmemeli, insanın hayatını kolaylaştırmalı.” Bu sadece teknoloji için değil, sanayi için de geçerlidir. Çünkü mesele makinelerin ne kadar gelişmiş olduğu değil, insanın hayatının ne kadar kolaylaştığıdır. Ve unutmamak gerekir: Einstein’ın dediği gibi, teknolojiye akıl yetmez; insanın kalbine de değmesi gerekir.

Kaynak: Sanayi Gazetesi

Yorum Yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

nineteen − thirteen =