Dr. Turhan KARAKAYA
Doğuş Üniversitesi Öğretim Üyesi
Türkiye’nin çalışma hayatındaki gerçeklere bakalım. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2024 verilerine göre biz haftada ortalama 44,2 saat çalışıyoruz. OECD ortalaması ise 37,1 saat. Yani biz daha uzun mesai yapıyoruz. Ama OECD’nin verimlilik endeksinde hâlâ alt sıralardayız. Bu ne demek? Çok çalışıyoruz ama bereketi yok. Tarlaya tohum serpiyoruz ama su yok, gübre yok. Sonra da “neden ürün çıkmadı?” diye şaşırıyoruz.
Dört gün çalışma meselesine biraz daha yakından bakalım. İngiltere’de bir pilot proje yapıldı, 61 şirketten 2900 çalışan haftada 4 gün çalıştı. Çalışanlar mutlu oldu, devamsızlık azaldı. Güzel… Ama işin verimlilik tarafına bakıldığında tablo karışık. Finans ve teknoloji gibi bilgi yoğun sektörlerde işler yürüdü ama üretim ve hizmette tıkanmalar çıktı. İzlanda örneği de sık anılır. 2015-2019 arasında 2500 kamu çalışanı dört gün çalıştı. Verimlilik düşmedi, maaşlar sabit kaldı. Ama orada da işin odağı daha çok iş-yaşam dengesi oldu, ekonominin genel büyümesine değil. Türkiye’ye döndüğümüzde tablo daha net: Sanayi istihdamı %27, hizmet %55. Fabrikada pres makinesinin başında, inşaatta iskelede, mağazada kasada çalışan milyonlarca insan için dört gün çalışma şimdilik sadece hoş bir rüya.
Aslında mesele basit: Çalışmadan kalkınma olmaz. Bu cümle, babalarımızın “çalış çalış, başka yolu yok” öğüdünün ekonomi kitabına yazılmış hali. Dünya Bankası verilerine bakarsanız yüksek gelirli ülkeler daha az saat çalışıyor gibi görünür ama saat başına ürettikleri değer bizim 3-4 katımız. Türkiye’de iş gücü verimliliği (saat başına GSYH) 39,4 dolar. Almanya’da 72,8 dolar, ABD’de 83,5 dolar. Yani adamlar bizden daha az çalışıyor ama üç kat daha fazla değer üretiyor. Bu durumda haftada 4 gün çalışma hayali biraz “çok uyursam daha zeki olurum” iddiasına benziyor. Keşke öyle olsaydı.
Peki verimlilik neden bu kadar düşük? Çünkü çalışanın hakkı verilmeden, motivasyon sağlanmadan, eğitim ve teknoloji yatırımı yapılmadan verimlilik olmaz. Türkiye’de çalışanların %32’si asgari ücretle geçiniyor. Ortalama ücret hâlâ AB ortalamasının çok altında. Üstüne iş güvenliği sorunları ekleniyor. SGK verilerine göre 2023 yılında 1640, 2024 yılında ise 1897 işçi iş kazalarında hayatını kaybetti. Şimdi düşünün: Çalışma süresi 5 gün değil de 4 gün olsaydı bu tablo değişir miydi? Elbette hayır. Çalışma süresini kısaltmak değil, iş güvenliğini artırmak, hakkaniyetli ücret ödemek, insanca koşullar sağlamak lazım.
Birleşmiş Milletler’in “İnsana Yakışır İş” kavramı bu noktada çok önemli. İnsanca koşullar olmadan verimlilik artmaz. Çalışan kendini değerli hissetmiyorsa, hangi sistemle çalıştırırsanız çalıştırın sonuç aynı olur: düşük performans.
Çözüm belli aslında. Önce teknoloji yatırımı yapmalı, dijitalleşmeye ve otomasyona ağırlık vermeliyiz. Sonra eğitime yatırım yapmalı, iş gücünün niteliğini yükseltmeliyiz. Motivasyonu artırmalı, çalışanı maliyet kalemi değil üretimin ortağı olarak görmeliyiz. Ve tabii kurumsallaşma, yani sistemli iş yapma kültürünü geliştirmeliyiz. Bunlar olmadan çalışma saatini istediğiniz kadar değiştirin, sonuç değişmez.
Bizim kültürümüzde “çalışkanlık” değerli bir kavramdır. Atasözlerimizde bile hep çalışmak övülür: “Emeksiz yemek olmaz.” Ama bugünün dünyasında çalışkanlık sabah 8’den akşam 8’e kadar mesaiye gömülmek değil, saat başına daha fazla değer üretmektir. Yani akıllı çalışmaktır.
Haftada 4 gün çalışmayı hayal edenlere biraz da hicivle soralım: Diyelim ki sistem geldi. Cuma sabahı fabrikada üretim bandı durdu. Siparişler yetişmedi. Müşteri kapıda. Siz müşteriye ne diyeceksiniz? “Biz dört gün çalışıyoruz, kalan üç gün Netflix izliyoruz, kusura bakmayın mı?” Türkiye’nin bugünkü yapısında böyle bir uygulama Nasreddin Hoca’nın göle maya çalmasına benzer. Belki maya tutar ama önce süt lazım, maya lazım, kap lazım. Bizim elimizde şimdilik bunlar yok.
Özetle Türkiye’nin ihtiyacı daha az çalışmak değil, daha verimli çalışmaktır. Ama daha verimli çalışmak için önce hakkı teslim etmek, çalışana insanca koşullar sunmak gerekir. Çalışanın güvenliği, refahı ve motivasyonu sağlanmadan verimlilik artmaz. Çalışma saatini kısaltarak kalkınma olmaz. Çalışmadan hiç olmaz.
Atatürk’ün dediği gibi: “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra da istiklallerini kaybederler.”
Kaynak: Sanayi Gazetesi