Dr. Turhan KARAKAYA
Doğuş Üniversitesi Öğretim Üyesi
Oysa dünya, bu iki ucu aynı masaya oturtmanın ekonomik değerini çoktan hesapladı. OECD verilerine göre, özel sektörün Ar-Ge harcamalarının %70’inden fazlası üniversitelerle ortak yürütülen projelere gidiyor. ABD’de bu oran %63, Almanya’da %58. Türkiye’de? Henüz %5 bile değil. Biz hâlâ “üniversite-sanayi iş birliğini geliştirmeliyiz” cümlesini geliştirip duruyor, ama işin kendisini geliştirmekte zorlanıyoruz.
Dünyanın önde gelen örnekleri, bu kopukluğun nasıl aşılacağını net biçimde gösteriyor. Fraunhofer Enstitüleri (Almanya), 76 merkezinde yılda 30.000’in üzerinde sanayi projesi yürütüyor. 2023 yılında sadece sanayi kaynaklı gelirleri 3 milyar avroyu geçti. Hollanda’daki TNO, devlet, akademi ve sanayiyi üç ayaklı bir masa gibi oturtarak yılda 1.200’den fazla araştırmayı ticarileştiriyor. Finlandiya’daki Aalto Üniversitesi disiplinler arası modelle mühendis, tasarımcı ve işletmeciyi aynı çatı altında buluşturuyor; buradan çıkan fikirler bugüne dek 150’nin üzerinde start-up’a dönüşmüş durumda. Bizde de start-up doğuyor elbette; ama çoğu, üniversite kuluçka merkezinde değil, mezuniyet sonrası iş bulamayan gençlerin evinde doğuyor.
Türkiye’de 200’ü aşkın üniversite, 90’a yakın teknopark, yüzlerce Ar-Ge merkezi var. Fakat sistem hâlâ “proje dosyası” düzeyinde çalışıyor, “ekosistem” düzeyinde değil. Üniversiteler çoğu zaman TÜBİTAK çağrısına odaklı, sanayi ise teslim tarihine. Biri süre sonunda “makale” teslim ediyor, diğeri “ürün”. Aradaki köprü ise proje bütçesi biter bitmez çöküyor.
Oysa potansiyel büyük. Genç araştırmacılar, teknikerler, girişimciler ve mühendisler aynı hedefte buluştuğunda Türkiye’nin üretim kapasitesi bambaşka bir ivme kazanabilir. Yeter ki bu sistem “yazışmalarla” değil, “karşılaşmalarla” işlesin. Bugün OSTİM Teknik Üniversitesi sanayinin ortasında doğduysa, Doğuş Üniversitesi Dudullu Organize Sanayiinin tam ortasında bulunarak ve sahayı laboratuvara taşıyabiliyorsa, bu çabaların önemi orada yatıyor. Yine de bu örnekler istisna olmaktan çıkmadıkça, tablo değişmiyor.
Üniversite–sanayi iş birliği sadece inovasyonun değil, aynı zamanda ekonomik dayanıklılığın anahtarıdır. Dünya Bankası verilerine göre, bu alandaki 1 puanlık artış, bir ülkenin teknoloji ihracatında %2,3 büyüme sağlıyor. Başka bir deyişle, laboratuvar kapısı ne kadar açıksa ihracat kapısı da o kadar genişliyor. Bizde ise hâlâ iki taraf arasında “dil farkı” var. Akademisyen “proje çıktısı” derken sanayici “ürün fiyatı” der. Akademisyen “etik kurul izni” bekler, sanayici “teslim tarihi.” Biri “örneklem büyüklüğüyle” uğraşır, diğeri “stok büyüklüğüyle.” Aynı cümlede “AR-GE” geçer ama herkes başka bir şey anlar.
Bu iletişimsizlik, inovasyonun raflarda kalması anlamına geliyor. Türkiye’de yılda yaklaşık 8.000 patent başvurusu yapılıyor, ancak bunların sadece %6’sı ticarileşiyor. Yani 94 fikir, tezgâha hiç ulaşmadan dosyada tozlanıyor. Bu fark, aslında iki dünyanın konuşmadan geçirdiği zamanı temsil ediyor.
Oysa çözüm, karmaşık değil. Mezun öğrencilerin sahada gerçek projelere dâhil olması, sanayinin doktora tezlerine veri açması, teknoparkların gerçekten teknoloji üretmesi, üniversitelerin başarı kriterlerine “sanayiyle ortak proje sayısı”nı eklemesi… Bunlar vizyon değil, uygulanabilir adımlar. Bunlar yapılmadıkça inovasyon, bir PowerPoint sunumunun son slaytında kalır.
Bir ülkede bilgi üretmek önemli ama yeterli değildir; önemli olan o bilgiyi yaşatmak, dönüştürmek, ürüne çevirmektir. Üniversiteyle sanayi el sıkışmadıkça bilgi üretimden kopuk kalır, üretim de bilgiden. Sonuçta, biri teoriyle meşgul olurken diğeri tezgâhı çevirmeye devam eder. Arada kaybolan ise katma değerdir.
İnovasyonun doğduğu yer, laboratuvar değil, laboratuvardan fabrikaya giden koridordur. Tez yazarken üretim bandına uğrayan bir mühendis, Ar-Ge merkezinde ustayla sohbet eden bir akademisyen… Gerçek inovasyon orada başlar.
Belki de önce küçük bir adım atmak gerekir: aynı kahvede, aynı masada buluşmak. Çünkü inovasyonun iki ucu tez ve tezgâh ancak aynı masaya oturursa birbirine dokunur. Yoksa biri kitapta kalır, diğeri katalogda.
Ve unutmayalım:
“Bilgi işe dönüşmedikçe, sadece israftır.” Henry Ford
Kaynak: Sanayi Gazetesi