Dr. Levent Sümer, Stratejist, Akademisyen, Yazar
Bağımsızlığın temeli: Üretim ekonomisi
Atatürk’ü anmak, kendisini sadece ölüm yıldönümünde veya milli bayramlarda hatırlamak değil, bir kalkınma düşüncesini her daim hatırlarda tutmaktır. Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca bir asker ya da siyaset adamı değil; aynı zamanda bir iktisatçı ve bir üretim stratejistiydi. Cumhuriyetin ilanından ölümüne kadar ekonomik anlamda yaptıkları, kurulan fabrikalar, yapılan yatırım hamleleri büyük bir savaştan çıkmış bir millet için yeniden ayağa kalkabilmenin yegâne yoluydu.
O, bağımsızlığın yalnızca cephede değil, ekonomide de kazanılacağını biliyordu. “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kalıcı olamazlar” sözleriyle, bir bakıma bugünün sanayi politikalarına ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmaya da ışık tutuyordu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan Sümerbank, Etibank, MTA, Şeker Fabrikaları ve Devlet Demiryolları sadece ekonomik kurumlar değil, milli bağımsızlığımızın ve yeniden inşa edilen özgüvenimizin simgeleriydi. O yıllarda atılan her fabrika temeli tam bağımsızlık ülküsü güden bir halkın yeniden doğuşuydu.
Sanayi, toplumsal dönüşümün motoruydu
Atatürk’ün sanayiye bakışı, üretimden öte bir toplumsal dönüşüm projesiydi. Kadının üretime katılımı, mesleki eğitimlerin yaygınlaştırılması, kooperatifçilik anlayışı ve kamunun öncü rolüyle özel sektörü de teşvik eden karma ve bütünleşen bir model kurdu. Sanayileşmeyi ekonomik bir hamle olmanın yanı sıra, kültürel bir modernleşme adımı olarak görüyordu. Bilim, teknik, eğitim ve üretim, aynı kalkınma zincirinin önemli halkalarıydı.
Dünyada dengelerin değiştiği ve kartların yeniden dağıtıldığı günümüzde bugün Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey bu bütüncül kalkınma yaklaşımıdır. Dijitalleşme, yeşil dönüşüm, enerji verimliliği ve ileri teknoloji yatırımları, Atatürk’ün planlı kalkınma ruhunu günümüz koşullarında yeniden canlandırabilecek alanlardır. Atatürk’ü gerçek manada anmak bu kalkınma ruhuyla topyekûn yeni bir ekonomik mücadeleyi yürütmekten geçmektedir.
Duygusaldan öte rasyonel bir anma
Atatürk’ü anma törenleri genellikle duygusal bir biçim alıyor. Oysa Atatürk’ü anlamak, rasyonel düşünmeyi, yenilikçiliği ve üretimi temel almak demektir. Onun en büyük mirası, “fikri hür, vicdanı hür” bireylerden oluşan üretken bir toplum idealidir. Bu idealin temel dayanak noktası ise toplumun iman ve inancı olmalıdır. Tıpkı Kurtuluş Savaşında bizi birbirimize kenetleyen iman ve inancımız gibi.
Bugün bu miras, sanayi bölgelerinde, teknoparklarda, laboratuvarlarda, mühendislerin, işçilerin, girişimcilerin elinde yeniden hayat bulmalıdır. Okullarımızın ışıkları hep açık, fabrikalarımız son teknoloji üretimle donatılmalıdır.
Her yeni yatırım, her yeni fabrika, her yeni Ar-Ge merkezi, Atatürk’ün ‘milli iktisat’ vizyonuna verilmiş sessiz bir selamdır ve kalkınma için konan ilave birer tuğladır.
İkinci yüzyılın görevi: Vizyonu yeniden inşa etmek
Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesine kendi üretim gücüyle aşma” hedefi sanayide verimlilik, sürdürülebilirlik ve yenilikçilik üzerinden yeniden tanımlanmak zorundadır. Yeşil enerji, dijital üretim ve yüksek katma değerli sanayi, Atatürk’ün ‘ulusal kalkınma’ anlayışının yeni yüzyıl versiyonudur.
Atatürk’ü anmak, bir fabrikanın daha ışığını yakmak, yanan ışıkları hiç söndürmemektir. Cumhuriyetimizin kurucusuna en büyük armağan, üreten, düşünen ve paylaşan bir Türkiye idealini gerçekleştirmektir.
Saygı ve rahmetle.
Kaynak: Sanayi Gazetesi