Veli Aydın
Enerji Politikaları Analisti Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) Yönetim Kurulu Üyesi
Üretim hızla el emeğinden fabrikalaşmış makineli üretime geçer iken tekstil ve modern sanayinin ana malzemesi demir çelik üretimi hızla yükseliyordu. Ulaştırmada buhar gücüyle çalışan tren ve gemilerinde eklenmesi ile üretilen ürünlerin hızla yeni pazarlara ulaşması sağlandı. Tüm bu hızlı gelişmelerin önce Avrupa’ya sonrada tüm dünyaya yayılması ile bilinen en eski enerji kaynaklarından olan kömüre talebi çok yüksek seviyelere çıkardı. Bu kadar yoğun yüksek kömür kullanımı sonucu atmosferdeki emisyon değerlerinin yükselmesi ile ekolojik denge de daha hızlı bir değişim yaşandı. Bir yüzyıl sonra 19. Yüzyıl ortalarına doğru farklı fosil kaynaklara yönelen insanlık tarihi petrolün keşfi ve modern üretimin başlaması ile endüstriye yeni bir kaynak daha ekledi. 20. Yüzyıl başlarında ise otomotiv döneminin başlaması yine emisyon değerlerinde artışa yol açıyordu. Bu artışın sebep olabileceği etkileri araştıran bilim insanları fosil yakıtların bu kadar yoğun kullanılması ile karbondioksit salınımının artmasıyla dünya sıcaklığının yükselebileceğini hesaplaması, küresel ısınma teorisinin de temelini oluşturdu. Yalnız insanlığın bu teoriyi yaşayarak anlaması için bir yüzyıl daha geçmesi gerekiyordu. Buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, sel felaketleri, tarımda verim kaybı, bazı habitat türlerinin yok olması, sıcaklık ve kuraklık…
Bu konuda ilk ciddi adım 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinden hazırlanan ve 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto protokolü oldu. Protokolün amacı dünyada iklim değişikliğine neden olan emisyon değerlerinin düşürülmesi idi. Bu protokolün çok geniş kapsamlı olmaması ve özellikle yoğun emisyon değerine sahip bazı ülkeler tarafından imzalanmaması sonucu çok fazla bağlayıcılık ve farkındalık oluşturmadı. Bu kez devreye 2015 yılında imzalanan Paris Anlaşması girdi. Çok daha geniş kapsamlı olması tüm Birleşmiş Milletler ülkelerinin yer alması ve hedefinin tüm Dünyada küresel sıcaklık artışının 2 derecenin altında tutulması hedefi ile daha fazla bağlayıcı ve farkındalık oluşturan bir anlaşma oldu.
Ülkemiz 2021 yılında Paris Anlaşmasını onaylaması ile bu konuda verilen tüm taahhütleri kabul etti. Anlaşma kapsamında Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı 2023 yılı itibariyle güncellendi. 2030 yılı referans senaryoya göre emisyonlarını nerdeyse yarı yarıya azaltmayı, 2053 yılında ise sıfır emisyon hedefine ulaşmayı planladı. Bu noktada sıfır emisyon kavramına da açıklama getirelim, sıfır emisyon hedefi salınım ile yutak alanların (orman, toprak, deniz gibi) dengede olması halidir. Bu sayede küresel ısınma etkisi ciddi oranda sınırlandırılmaktadır.
Bu durumda, son emisyon değerlerimize bakarak devam edebiliriz, TÜİK verilerine göre 2023 yılı emisyon değerlerimiz 589.9 milyon ton olarak açıklanmıştır. Bu rakamı sektörsel bazda analiz ettiğimizde yaklaşık %72’si Enerji sektöründen gelmektedir. Diğer ikinci en büyük pay ise Çimento, Demir Çelik vb. sanayi sektörlerinde üretimden çıkan emisyon değerleridir. İşte bu tablo ülkemizin sıfır emisyon hedefinde ana odak noktasının neresi olması gerektiğini açıkça göstermektedir.
İlk sıradaki enerji sektörü ile başlayacak olursak; şu an elektrik üretiminde yaklaşık %50 olan yenilebilir enerjinin oranı (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre) önümüzdeki 10 yılda yapılacak olan yatırımlar ile %65 çıkarılması hedeflenmektedir. Bir sonraki aşamada ise Enerji verimliliği kavramı ön plana çıkmaktadır. Bu konuda çok ciddi teşvikler, planlamalar ve eğitimler yer almaktadır. Ulaşım tarafında ise, elektrikli araçların yaygınlaşması, demiryolu taşımacılığına ağırlık verilmesi vb. yatırımlar ile salınımın azaltılması amaçlanmaktadır.
Sanayi tarafını da ayrı bir başlıkta ele alacak olursak, düşük karbonlu üretim teknolojileri, karbon yakalama sistemleri (özellikle çimento ve demir çelik benzeri sektörler için) ile çevreci bir yeşil dönüşüm ve sürdürülebilir bir yeşil kalkınmayı sağlayacaktır.
Tüm bu mekanizmalar ile salınım değerlerimiz, artan nüfusumuz ve hızla yükselmeye devam eden sanayimize göre artış hızı minimize edildiğinde ya da daha iyi bir ihtimal ile sabitlendiğinde yutak alanlarının artırılması eylem planı devreye girmektedir. Çünkü yutak alanlarının geliştirilmesi (deniz ve toprağın korunması, orman alanlarının artırılması) net sıfır emisyon hedefinin ayrılmaz bir parçasıdır. Burada en büyük pay orman varlığımıza düşmektedir. Bu bağlamda yeşil vatan kavramı ile 2003-2023 döneminde 6.38 milyon hektar alanda (Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre) ağaçlandırma çalışması yapılmıştır ve bu politikanın aynen devam etmesi hedeflenmektedir. Ayrıca su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi ve ekolojik dengenin korunması ise bu konuda büyük önem arz etmektedir. Ulusal çevre projesi haline gelen Sıfır Atık politikası ile toprağın ve denizlerin korunması, bunun için gerekli olan tüm enstrümanların kullanımı (atık oluşumunu azaltmak, kaynağında ayrıştırmak, geri dönüşüm vb) ile sağlanması hedeflenmektedir.
Son olarak, yukarıda bahsedilen bilgiler ve politikalar ışığında, Ülkemizin 2053 net sıfır emisyon hedefi, yalnızca çevresel bir hedef değildir. Bu hedef bireyler yani bizler, Sivil Toplum Kuruluşları (STK), Yerel Yönetimler ve Kamunun iş birliği ile sürdürülebilir kalkınma vizyonu çerçevesinde gelecek nesillerimize bırakılacak en büyük mirastır.
Kaynak Sanayi Gazetesi