Prof. Dr. Metin Duyar
Üretim ivmesi yavaşlıyor ama ihracat rekor tazeliyor: Türk sanayisi yapısal bir yeniden dengeleme sürecine mi giriyor?
Yani kısa vadede bir soğuma yaşanırken, orta vadeli eğilim hâlâ pozitif. Dahası, Ocak–Eylül döneminde sanayi sektörünün ihracatı 143,2 milyar dolarla tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı. Bu ikili tablo, sanayide bir “duraksama” değil, yapısal dönüşümün erken titreşimi olarak okunmalı.
Verilerin dili: Alt sektörlerde sessiz kaymalar
Sanayi üretim endeksine alt kalemlerden bakıldığında tablo daha netleşiyor.
- İmalat sanayi alt sektöründe üretim yıllık bazda %3,1 artarken,
- Madencilik %1,8 geriledi,
- Elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ise %2,7 düştü.
Bu, sanayinin enerjiyi daha verimli kullanma çabasının ve kısmi talep daralmasının bir yansıması. Kapasite kullanım oranı ise %77,4 seviyesinde — yani potansiyelin hâlâ altında. Bunun nedeni, iç talepteki yavaşlama, stok düzeltmeleri ve işletmelerin döviz pozisyonlarını koruma eğilimi.
Sektörel bazda ise savunma, makine, elektrik-elektronik, gıda ve kimya sektörleri büyümeyi sırtlıyor. Örneğin; savunma sanayinde üretim artışı %14’ü aşarken, kimya sektöründe ihracat ton başına katma değer 1.850 dolara ulaştı. Buna karşılık, tekstil, deri ve mobilya gibi geleneksel sektörlerde üretim temposu zayıf. Bu farklılaşma, Türkiye’nin sanayi yapısında teknoloji yoğun üretim eksenine doğru sessiz bir kaymanın göstergesi.
Enerji, girdi ve maliyet üçgeni: Görünmeyen fren mekanizması
Eylül ayında üretim düşüşünün en önemli teknik nedeni, enerji maliyetleri ve tedarik zinciri dengesizlikleri oldu. Sanayide kullanılan elektrik birim fiyatı yıllık bazda %26 artarken, doğalgaz maliyetleri de aynı dönemde %18 yükseldi. Bu durum özellikle enerji yoğun sektörlerde (metal, çimento, seramik) kapasite kullanımını sınırladı.
Diğer yandan hammadde ithalat bağımlılığı halen yüksek: toplam imalat girdilerinin yaklaşık %71’i dış kaynaklı. Bu oran, döviz kuru dalgalanmalarıyla birleştiğinde “maliyet şoku” yaratıyor ve kısa vadede üretim planlarını baskılıyor. Ancak uzun vadede bu baskı, işletmeleri yerli ara malı üretimi ve enerji verimliliği yatırımlarına yönlendirebilir bu da aslında görünmeyen frenin uzun vadeli hızlanmaya dönüşmesi anlamına gelir.
İhracat motoru: Nicelikten niteliğe geçişin eşiğinde
İhracatın tarihî rekoru, sadece miktar değil, kompozisyon değişimi açısından da dikkat çekici. 2020’de ihracatın %35’i düşük teknoloji ürünlerinden oluşurken, 2025 itibarıyla bu oran %27’ye geriledi. Orta-yüksek ve yüksek teknoloji payı %46’ya yükseldi. Savunma, otomotiv, elektrik-elektronik ve makine sektörleri toplam ihracatın üçte birinden fazlasını oluşturuyor.
Bu tablo, Türk sanayisinin kalitatif dönüşüm yaşadığını gösteriyor. Yani artık “çok üretmek” değil, katma değerli üretmek önem kazanıyor. Bu geçiş süreci doğal olarak dalgalı seyredecek; çünkü teknolojik üretim yapısı, kısa vadeli hacim artışını yavaşlatırken, uzun vadede verimliliği kalıcı biçimde artırıyor. Kısacası ihracat artıyor ama motorun yakıtı değişiyor — artık nicelik değil, nitelik odaklı büyüme dönemi başlıyor.
Bölgesel dengesizlik ve OSB’lerin yeni rolü
Türkiye’de 2025 itibarıyla 400’ün üzerinde OSB bulunuyor; bunların %55’i Marmara ve İç Anadolu’da yoğunlaşıyor. Bu coğrafi asimetri, sanayi altyapısının dengeli büyümesini engelliyor. Yeni “Organize Sanayi Bölgeleri İmar Planı Şartnamesi (Ekim 2025)”, bu dengeyi düzeltmek için önemli bir zemin sunuyor.
Şartname, OSB planlamasında jeoteknik güvenlik, çevresel sürdürülebilirlik ve üretim altyapısı entegrasyonu gibi unsurları zorunlu hale getiriyor. Ayrıca, enerji yönetim sistemlerinin (ISO 50001), çevre yönetim sistemlerinin (ISO 14001) ve dijital ikiz teknolojilerinin planlama sürecine entegre edilmesi öngörülüyor. Bu yaklaşım, sadece üretimi değil, üretim mekânını da yeniden tanımlıyor. Sonuç olarak OSB’ler, artık klasik “parsel tahsis” alanları değil; entegrasyon merkezleri hâline geliyor.
Enerji verimliliği, karbon ayak izi, atık su döngüsü ve yeşil lojistik gibi kavramlar, OSB yönetişiminin teknik zorunlulukları arasında yer alacak.
Yapısal kırılganlıklar: Finansman, enerji ve dijital geçiş
Türk sanayisinin temel riskleri hâlâ aynı eksende toplanıyor: finansmana erişim, enerji arzı ve dijital adaptasyon.
- Sanayi kredilerinde ortalama faiz oranı %49 seviyesinde.
- KOBİ’lerin dijital dönüşüm harcamaları, toplam bütçelerinin yalnızca %3,7’sini oluşturuyor.
- Enerji yoğunluğu OECD ortalamasının %40 üzerinde.
Bu göstergeler, üretimin niceliksel artışına rağmen verimlilik katsayısının sınırlı kaldığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla, üretimin sürdürülebilirliği için yalnızca yeni planlama belgeleri değil, finansal mühendislik çözümleri ve dijital altyapı yatırımları da gerekiyor.
Yeni sanayi paradigması: Entegre planlama ve verimlilik ekonomisi
Elde edilen tüm veriler bir gerçeğe işaret ediyor: Türkiye, sanayi ölçeğini değil, sanayi mantığını dönüştürme sürecinde.
Bundan sonra sanayi politikaları üç eksende ilerlemeli:
- Mekânsal sürdürülebilirlik: OSB planlamasının çevre, insan sağlığı ve üretim güvenliğiyle bütünleştirilmesi.
- Enerji verimliliği ekonomisi: Yenilenebilir enerji entegrasyonu, ısı geri kazanım sistemleri ve yeşil sertifikasyonun teşviki.
- Dijital izleme altyapısı: Sanayi üretiminde veri temelli karar mekanizmaları ve yapay zekâ destekli tahminleme sistemlerinin geliştirilmesi.
Bu üç ayak, Türkiye sanayisini “dalgalanan büyüme” çizgisinden çıkarıp verimlilik tabanlı kalkınma rotasına taşıyacaktır.
Kısa vadeli sarsıntılar, uzun vadeli uyum
Sanayi üretiminde son aylarda gözlenen dalgalanmalar, yüzeyde bir yavaşlama gibi görünse de gerçekte Türkiye’nin sanayi yapısının köklü bir dönüşüm sürecine girdiğini gösteriyor. Uzun yıllar boyunca büyüme, üretim hacminin artışıyla, yani niceliksel göstergelerle tanımlandı. Fakat 2020’li yıllarla birlikte, küresel rekabetin biçim değiştirdiği, enerji ve çevre maliyetlerinin üretimin merkezine oturduğu, teknolojik yetkinliğin ise ekonomik gücün ana belirleyicisi haline geldiği bir döneme girildi. Bu yeni çağda büyümenin sürdürülebilirliği artık sadece ne kadar üretildiğiyle değil, nasıl üretildiğiyle ölçülüyor. Dolayısıyla Türkiye’nin yaşadığı bu üretim dalgalanması, bir gerileme değil, üretim modelinin niteliksel bir yeniden yapılanma evresidir.
Ekonomi literatüründe bu durum, “yapısal yeniden dengeleme” olarak adlandırılır. Bir sistem, düşük katma değerli ve enerji yoğun üretim yapısından, dijitalleşmiş, yüksek verimli ve çevreyle uyumlu üretim biçimine geçerken geçici sarsıntılar yaşar. Bu sarsıntı, sistemin zayıflığından değil, dönüşümün doğasından kaynaklanır. Türkiye’nin bugün yaşadığı şey tam olarak budur: üretim düşmüyor, üretimin bileşenleri yeniden konumlanıyor. Sanayi endeksindeki aylık gerileme, üretim sürecinin enerji, verimlilik ve dijitalleşme parametrelerine göre yeniden kalibre edildiğini, yani sistemin kendini ayarladığını gösteriyor. Bu yeniden ayarlama dönemi, kısa vadede istatistikî bir yavaşlama yaratabilir; ancak uzun vadede, üretim kapasitesinin değil, verimlilik katsayısının artmasına hizmet eder.
Bu geçiş süreci, yalnızca ekonomik değil aynı zamanda mekânsal ve kurumsal bir uyumun da habercisidir. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yayımlanan “Organize Sanayi Bölgeleri İmar Planı Şartnamesi (Ekim 2025)” tam da bu bağlamda kritik bir dönüm noktasıdır. Çünkü mekânsal planlama, ekonomik dönüşümün zemini olmadan kalıcı olamaz. OSB’lerin çevre, insan sağlığı ve üretim güvenliği ilkeleriyle yeniden kurgulanması; sanayi politikasının salt üretim hacmi hedefinden çıkarak, yaşanabilirlik ve sürdürülebilirlik odaklı bir kalkınma anlayışına yönelmesini sağlayacaktır. Bu anlayış, Türkiye’yi küresel değer zincirlerinde ucuz işgücü ve hızlı üretim ülkesi kimliğinden çıkarıp, güvenilir, çevreyle barışık ve yüksek katma değerli üretim ortağı kimliğine dönüştürecektir.
Kısa vadede bu dönüşüm, finansman maliyetlerinde artış, enerji arzında kırılganlık ve yatırım kararlarında temkinli davranış gibi etkiler yaratabilir. Ancak bu etkiler geçicidir; zira sermaye yeniden rasyonel dağılımını bulmaktadır. Artık kaynaklar sadece üretim kapasitesine değil, teknoloji düzeyine, dijital entegrasyonuna, enerji verimliliğine ve karbon nötrlüğü hedeflerine göre tahsis edilmektedir. Sermaye yapısındaki bu niteliksel değişim, Türkiye’nin sanayi tabanını daha dayanıklı, rekabetçi ve sürdürülebilir hale getirecektir.
Bu nedenle bugün görülen sarsıntı, bir kriz değil, bir uyumun ifadesidir. Kısa vadede üretim hacmi birkaç puan gerileyebilir, ama aynı anda işletmeler enerji geri kazanımı sistemlerine, dijital izleme altyapılarına, karbon muhasebesi mekanizmalarına ve akıllı lojistik çözümlerine yatırım yapıyorsa, aslında sanayi büyüyordur. Büyümenin biçimi değişmekte, nicelik yerini niteliğe bırakmaktadır. Sanayi, fiziksel hacmini değil, teknolojik derinliğini artırmaktadır. İşte bu nedenle bugün yaşananlar bir fren değil, vites değişimidir; bir duraklama değil, hızın yön değiştirmesidir.
Türkiye’nin sanayi ekosistemi önümüzdeki beş yıl içinde enerji yoğunluğunu azaltıp üretim teknolojilerini dijitalleştirdikçe, bugünkü dalgalanmalar yerini yapısal bir dengeye bırakacaktır. OSB’lerde enerji yönetim sistemleri, yeşil üretim sertifikaları ve akıllı izleme platformlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, sanayi üretimi yalnızca artmakla kalmayacak, çevreyle ve toplumla uyumlu hale gelecektir. Böylece bugünün iniş çıkışları, geleceğin istikrarının temellerine dönüşecektir.
Sonuç olarak, kısa vadeli sarsıntılar, uzun vadeli uyumun kaçınılmaz eşlikçisidir. Sanayi üretimindeki geçici dalgalanmalar, Türkiye’nin sanayi tarihine yeni bir evrim halkası eklemektedir. Bu evrim, miktarın ötesine geçip niteliği merkeze alan bir üretim kültürünün inşasıdır. Bugün sabırla kalibre edilen bu üretim makinesi, yarının sürdürülebilir büyüme motoru olacak; Türkiye, sadece daha çok değil, daha akıllıca, daha temiz ve daha güvenli üreten bir sanayi toplumuna dönüşecektir.
Kaynak: Sanayi Gazetesi