Birleşmiş Milletler ve Türk Sanayisine Etkisi

Birleşmiş Milletler dendiğinde çoğu insanın zihninde, New York’ta göğe uzanan cam kuleler, kürsüde konuşma yapan devlet başkanları, diplomatik nezaket cümleleri ve dünya barışına dair dilekler canlanır. Türkiye’de ise sanayiciler ve iş insanları için çoğu zaman uzak bir diplomasi vitrini, halk içinse haberlerde gördüğümüz uluslararası toplantılardan ibarettir. Oysa bu algı, gerçeğin yalnızca küçük bir parçasıdır. Birleşmiş Milletler, farkında olsak da olmasak da Türk sanayisini, ekonomisini ve hatta günlük üretim pratiklerini doğrudan etkileyen bir yapıdır.

Dr. Turhan KARAKAYA

Doğuş Üniversitesi Öğretim Üyesi

Kuruluşundan bu yana, yani 1945’ten itibaren, Birleşmiş Milletler’in temel amacı savaşları engellemek, uluslararası iş birliğini geliştirmek ve insanlığın ortak sorunlarına çözüm bulmaktır. Türkiye de bu örgütün kurucu üyelerinden biridir. Ancak yıllar içinde Birleşmiş Milletler yalnızca siyasal bir platform olmaktan çıkmış, sanayileşme, çalışma hayatı, çevre, iklim, ticaret, teknoloji ve kalkınma gibi alanlarda belirleyici bir küresel aktöre dönüşmüştür. Bugün Anadolu’daki bir fabrikanın üretim hattında kullanılan makinenin standardından, o fabrikanın Avrupa’ya ihracat yaparken karşılaştığı karbon vergisine kadar birçok düzenlemenin kaynağı, doğrudan ya da dolaylı olarak Birleşmiş Milletler’dir.

Sanayicilerimizin büyük kısmı bu mekanizmayı doğrudan bilmez. Ancak iş güvenliği standartlarından çevre izinlerine, ihracatta karşılaşılan yeni nesil karbon düzenlemelerinden enerji verimliliği teşviklerine kadar pek çok alanın temelinde, Birleşmiş Milletler’in oluşturduğu anlaşmalar, çerçeve programlar ve standartlar vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Birleşmiş Milletler’in en eski ve en güçlü kurumlarından biridir. Bugün Türkiye’deki iş kanunlarının, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının pek çoğu ILO’nun ortaya koyduğu normlarla uyumlu hale getirilmiştir. Fabrikasında işçi çalıştıran, vardiya düzeni yapan, iş güvenliği eğitimi veren her işveren, aslında dolaylı olarak Birleşmiş Milletler’in belirlediği standartların etkisi altındadır.

Birleşmiş Milletler’in Türkiye’ye doğrudan etkisini en açık biçimde enerji ve çevre alanında görürüz. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Türkiye’de onlarca projeye imza atmıştır. Kamu binalarında enerji verimliliği yatırımlarının desteklenmesinden, düşük küresel ısınma potansiyeline sahip yeni nesil soğutucu akışkanlara geçiş projelerine kadar birçok alanda Birleşmiş Milletler finansman sağlar, rehberlik eder, eğitim programları yürütür. Bugün iklimlendirme ve soğutma sektöründe faaliyet gösteren firmaların F-Gaz mevzuatıyla tanışmasının arkasında da yine bu uluslararası çalışmalar vardır. Yani sanayicinin kullandığı gazın cinsi, yaptığı yatırımın teknik tercihi, çoğu zaman Birleşmiş Milletler belgelerinden kaynaklanır.

Birleşmiş Milletler’in sanayiye etkisi bununla sınırlı değildir. Sanayi ve kalkınma örgütü olan UNIDO, Türk sanayisinin modernleşmesi ve teknoloji transferi süreçlerinde etkin rol alır. Tarım ve gıda sanayi açısından bakıldığında FAO’nun Türkiye ile yürüttüğü ortak projeler dikkat çeker. Hatta çoğu zaman sanayici bu kurumların adını bile bilmeden, onların yönlendirdiği programlardan dolaylı olarak faydalanır. Birleşmiş Milletler’in geliştirdiği sürdürülebilir kalkınma hedefleri (SDG’ler) artık yalnızca diplomatik belgelerde değil, Türkiye’deki birçok sanayi şirketinin strateji raporlarında da yer alır. Çünkü global pazara mal satan her firma, ister istemez bu hedeflere uyumlu davranmak zorunda kalmaktadır.

İş dünyası açısından en somut etkiyi ise ticaret ve finans alanında görürüz. Dünya Bankası ve IMF, Birleşmiş Milletler sistemiyle doğrudan bağlantılıdır. Türk sanayisinin krediye erişim koşulları, yeşil finansman seçenekleri ve yatırım kredilerinin maliyetleri, çoğu zaman Birleşmiş Milletler çatısı altında kabul edilen düzenlemelerle bağlantılıdır. Bugün bir sanayici Avrupa’ya ihracat yapmak istediğinde, karşısına çıkan karbon sınır vergisi uygulamaları aslında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin ve Paris Anlaşması’nın doğal sonuçlarıdır. Yani sanayici farkında olmasa da New York’ta ya da Cenevre’de imzalanan bir belge, onun üretim maliyetini doğrudan belirler.

Türk sanayicisi için belki de en kritik nokta şudur: Birleşmiş Milletler’in kuralları artık yalnızca devletler arası ilişkileri değil, doğrudan şirketlerin yatırım kararlarını da şekillendirmektedir. Örneğin bir çimento fabrikası karbon salımını azaltmak için milyonlarca liralık yatırım yapıyorsa, bunun sebebi yalnızca yerel mevzuat değil, aynı zamanda Birleşmiş Milletler iklim anlaşmalarıdır. Bir tekstil firması ihracatta sürdürülebilirlik raporu hazırlıyorsa, bunun sebebi yalnızca müşteri talebi değil, aynı zamanda BM’nin gündeme getirdiği sürdürülebilir kalkınma hedefleridir.

Peki, tüm bunların ışığında şu soruyu sormak gerekir: Birleşmiş Milletler gerçekten önemli midir, etkili midir? Elbette ki zaman zaman işlevsiz kaldığı, siyasi çekişmelere kurban gittiği, bürokratik hantallıkla eleştirildiği doğrudur. Hatta kimi zaman aldığı kararların sahada karşılığı olmadığı, büyük güçlerin gölgesinde kaldığı yönündeki eleştiriler haklıdır. Ancak büyük resme bakıldığında, küresel kuralların hâlâ Birleşmiş Milletler masasında yazıldığını görmek gerekir. Türk sanayicisi için mesele şudur: Bu kurallar bir gün mutlaka kapısını çalacak ister çevre denetimi, ister iş güvenliği, isterse finansal düzenleme olarak. Bu yüzden Birleşmiş Milletler’i görmezden gelmek mümkün değildir.

Türkiye’nin bu süreçte yapması gereken, edilgen bir takipçi olmak değil, süreci yönlendiren aktörlerden biri olmaktır. Çünkü kuralları yazan masada yer almazsanız, yazılan kurallara uymak zorunda kalırsınız. Türk sanayisi için de aynı şey geçerli. Sanayicilerimizin Birleşmiş Milletler’in dilini öğrenmesi, projelerine dahil olması, fonlarından yararlanması, bu küresel düzenin pasif bir uygulayıcısı değil, aktif bir paydaşı haline gelmesi gerekir.

Sonuç olarak, Birleşmiş Milletler bize çoğu zaman uzak bir diplomasi mabedi gibi görünebilir. Ancak gerçekte, orada alınan kararlar fabrikanın bacasından çıkan gazın rengini, işçinin aldığı eğitimin içeriğini, ihracatçının ödediği verginin oranını bile belirlemektedir. Türk sanayicisi bu gerçeği kavradığında, küresel oyunun kurallarını daha bilinçli oynama imkânı bulacaktır. Çünkü mesele yalnızca büyük siyaset değil, aynı zamanda üretim hattının ta kendisidir.

Ve burada John F. Kennedy’nin sözünü hatırlamak gerekir: “Birleşmiş Milletler, insanlığın en iyi niyetlerinin ve en kötü zayıflıklarının aynasıdır.” Türk sanayisi için o ayna, geleceğe uyum sağlama zorunluluğunun ta kendisidir.

Kaynak: Sanayi Gazetesi