Dijital Kapitalizm, Gizli Sömürgecilik ve Neo-Totaliterizm İş birliği: Derinleşen Kontrol mü, Dijital Özgürlüğün Direnişi mi?

Kapitalizmin dijital evresini yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda epistemik bir egemenlik biçimi olarak analiz etmek gerekir. Marx’ın sermaye birikimi yasaları, Foucault’nun yönetimsellik kavramı, Deleuze’ün kontrol toplumu analizi, Gramsci’nin hegemonya kuramı birlikte ele alındığında, son dönemde dünyanın birçok yerinde karşımıza çıkan anti-demokratik iktidar biçimlerini “neo-totaliter yönetimsellik” olarak tanımlamak mümkündür.

Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu

Bu yeni durum, Marx’ın üretim araçları analizinin ötesine geçerek, üretim öznesinin bizzat üretim aracına dönüştüğü bir aşamayı temsil eder. Günümüzde sermayenin en büyük gücü, bilişsel, duygusal ve zamansal emeği metalaştırma kapasitesidir. Bu nedenle dijital kapitalizm yalnızca bir ekonomik sistem değildir; aynı zamanda bilincin ve gerçekliğin üretimini tekelleştiren bir epistemik düzendir. Teknoloji oligarşisi yani Musk, Bezos, Huang, Page, Cook, Nadella, Zuckerberg kuşağı yalnız piyasaları değil, donanım-yazılım eko-sistemi, küresel erişim-tedarik zincirleri, bilgi erişimi, yapay zekâ, veri merkezleri, otonom sistemler, sosyal medya, artırılmış-görsel-sanal gerçeklik gibi üretim mekanizmalarını da tekelleştirmiştir. Algoritmalar, geleneksel propaganda aygıtlarının yerini almış; gözetim, gönüllü katılımla içselleştirilmiştir. Böylece, Birinci Sanayi Devrimi’nin “disiplin toplumundan”, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin “kontrol toplumuna” geçiş tamamlanmış; sermaye artık yalnızca bedenleri değil, bilinçleri de yönetir hale gelmiştir.

Sermayenin dijital evresi: Üretimden veriye

Sanayi kapitalizmi üretim araçlarına, finans kapitalizmi kapital dolaşıma, dijital kapital ise veriye yatırım yapar. Bu yeni evrede artık üretim nesnesi değil, davranış üretim aracıdır. Sermaye, üretici gücü makineden algoritmaya, artı değeri emekten veri fazlasına taşımıştır. Zuboff’un tanımladığı “gözetim kapitalizmi”, tam da bu dönüşümü açıklar: Bireyin davranışsal verileri çıkarılıp metalaştırılır; insan yalnız üretici değil, üretimin hammaddesi haline gelir. Bu süreç, kapitalizmin salt ekonomik bir sistem olmaktan çıkıp epistemik bir iktidar biçimine dönüştüğünü gösterir. Gerçekliğin üretimi artık bilginin değil, verinin mülkiyetindedir

Disiplinin ötesinde: Kontrol toplumunun derinleşmesi

Foucault’nun “biyopolitika” kavramı, iktidarın bedenleri ve nüfusu yönetme biçimlerini açıklıyordu. Ancak dijital çağda, Deleuze’ün öngördüğü gibi, bu disiplin artık kurumlara değil; dijital akışlara, ağlara, sensörlere ve arama motorlarına taşınmıştır. Gözetim artık hapishanelerde veya fabrikalarda değil; sosyal medya bildirimlerinde, üretkenlik ölçer uygulamalarda, algoritmik sıralama sistemlerinde işler. Böylece birey, dışsal otoritenin nesnesi olmaktan çıkar, özdenetimin öznesine dönüşür. Bu, Foucault’nun yönetimsellik kavramının dijital biçimidir: iktidar bireyin içinde içselleşir, gönüllü katılım biçimini alır. Deleuze’ün “kontrol toplumu” dediği tam da budur: disiplin yerine sürekli ayarlama, yasak yerine yönlendirme, baskı yerine veriyle ikna gelir. Günümüzde yaşanan şey, klasik otoriterliğin geri dönüşü değil; kontrol toplumunun derinleşmesidir. Neo-totaliterizm, mikro düzeyde hayatın dokusuna sızmıştır.

Neo-Totaliter Yönetimsellik: Teknoloji sermayesi ve faşizan refleksler

Kapitalizmin her krizi, rızanın yeniden örgütlenmesini zorunlu kılar. Klasik otoriter rejimler, kitleleri ideolojik olarak mobilize ederken; dijital çağın iktidarı, kitleleri davranışsal olarak yönlendirir. Bu yeni rıza üretimi biçimi, Gramsci’nin hegemonya kavramının dijital evrimidir. Egemenlik artık baskıyla değil, katılımın kodlanmasıyla sürdürülür. Neo-totaliter yönetimsellik, açık şiddet yerine teknik-yönetsel ikna biçimlerini kullanır. Algoritmik görünmezlik, ideolojik meşruiyetin yerini almıştır. Gözetim, gönüllülükle içselleşir ve denetim performans kültürüne gömülür. Totaliterizmin tarihsel biçimi burada bir “rejim” olmaktan çıkar, “süreçsel toplumsal kontrole” dönüşür: ekonomik krizleri, siyasal istikrarsızlıkları ve toplumsal tepkileri dijital denetim mekanizmalarıyla yönetme sanatı devreye girer. Bu bağlamda, Silikon Vadisinin bazı milyarderleri, toplumun farklı kesimlerinden gelen farklı kültürel, demokratik ve eşitlikçi talepleri “woke virüsü” olarak nitelendirebiliyor. Bu söylem, ekonomik olduğu kadar ideolojik bir dönüşümün de göstergesidir. Teknoloji oligarşisi, bu faşizan refleksleri kendi çıkar alanlarını korumak için gösteriyor. Bugünün “dijital faşizmi”, klasik faşizmin paramiliter yapılarından farklı olarak algoritmik kitle mühendisliği yoluyla işliyor. Sadece ekonomide tüketici davranışları üzerinde değil sosyal hayatın dizaynında, siyasette seçim dönemlerinde de gözlemlenen bu psikolojik baskı doğrudan değil; propaganda, gözetim ve veri manipülasyonu biçiminde gerçekleştiriliyor. Deleuze’ün işaret ettiği gibi artık “disiplin toplumu” değil, “kontrol toplumu” oluşturuluyor. Bu sistem bireyin davranışlarını yalnızca öngörmekle kalmıyor; onları algoritmik biçimde önceden şekillendiriyor.

Dijital emperyalizm ve gizli sömürgecilik

Kapitalizmin tarihsel eğilimi krizleri coğrafi olarak dışsallaştırmaktır. Günümüzde bu eğilim “dijital emperyalizm” biçimini almıştır. Enerji, veri, bilgi ve dikkat zincirleri yeni bağımlılık ağlarını oluşturmaktadır. Ekstraktivizm artık yalnız yeraltı kaynaklarının değil, zamanın, bilincin ve ekosistemin de sömürülmesine dayanmaktadır. Bu süreç, açık sömürgecilikten farklı olarak gizli sömürgecilik mantığıyla işlemektedir. “Yeşil dönüşüm” söylemi görünürde sürdürülebilirlik hedefini taşırken, aynı zamanda yeni sermaye birikim alanları yaratmaktadır. Ekolojik yıkım, sıklıkla dijital altyapıların ve “temiz enerji” teknolojilerinin masum diliyle gizlenmektedir. Kapitalizmin bugünkü krizi üretkenliğin değil, varoluşun metalaşmasıdır. Gizli sömürgecilik yalnız ekonomik değil, aynı zamanda siyasal bir süreçtir.1930’larda klasik sömürgecilik sonrası kriz nasıl faşizmi doğurduysa, bugün de ekolojik yıkım, kuraklık, gıda, su, göç, eşitsizlik, sosyal adaletsizlik ve iklim krizleri “neo-totaliterizm”in zeminini hazırlamaktadır.

Yeni emek kültürü, özgürlük ve bilişsel direniş

Her iktidar biçimi kendi direnişini doğurur. Pandemi sonrası emek kültüründeki değişim, bu dönüşümün ilk işaretidir. Uzaktan çalışma, emeğe kısmi bir özerklik ve zamanı yeniden tanımlama gücü kazandırmıştır. Yeni kuşak, “her şey acil” ethos’una karşı çıkarak emeği yeniden yaşamla bütünleştirmekte, performans ideolojisine karşı varoluş etiği geliştirmektedir. Bu mikro-direniş biçimleri, Foucault’nun “karşı-iktidar” kavramına uygun şekilde, sistemin içinde doğar ama ona içkin değildir. Açık kaynak yazılım toplulukları, veri kooperatifleri, etik teknoloji hareketleri gibi oluşumlar dijital çağın karşı-hegemonik potansiyelini taşımaktadır. Z kuşağının “işyerimiz acil servis değil” diyerek reddettiği çalışma kültürü, gözetim kapitalizmine karşı ilk bilinçli başkaldırı biçimidir.

Aynı şekilde çevre ülkelerdeki “yaşam alanı savunuları”, gizli sömürgeciliğe karşı ekolojik bir direniş dalgası yaratmaktadır. Birleşmiş Milletlerin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDG 17 Goals) bu bağlamda küresel bir deklarasyon niteliği taşır. Emeğin özgürleşmesi artık yalnız üretim araçlarını değil, bilgi üretim araçlarını da kamusallaştırmayı gündeme getirmiştir. Algoritmik tahakküme karşı algoritmanın demokratikleştirilmesi zorunludur.

Epistemik direniş ve yeni özgürlük etiği

Z kuşağı, dijital kapitalizmin hem ürünü hem de en bilinçli muhalifidir; gözetim, veri sömürüsü ve algoritmik yönlendirme çağında büyüyen bu kuşak, dijital teknolojiyi aynı anda hem bir tahakküm hem de özgürleşme alanı olarak kavrar. Davranışsal manipülasyona karşı anonimlik, dijital detoks, açık kaynak üretimi ve etik teknoloji hareketleri gibi mikro-direniş biçimleri geliştirirken; ekolojik yıkım, gizli sömürgecilik ve yeşil kapitalizmin maskelenmiş sömürü biçimlerine karşı da küresel bir bilinçle mücadele etmektedir. Dijitalleşme onlar için artık bir tüketim ya da gösteri alanı değil, öz-yaratımın, kolektif bilincin ve gezegensel sorumluluğun sahnesidir. Böylece Z kuşağı hem doğayı hem de bilinci sömüren sistemlere karşı yeni bir özgürlük etiği kurarak, kontrol toplumunun içinden özgürlük imkânları üretmekte ve yeni bir toplumsal zekâ devrimini başlatmaktadır.

Epistemik kurtuluşun ilkeleri: Yeni bir toplumsal sözleşme

Dijital kapitalizmin epistemik krizi, gerçekliğin veriye indirgenmesiyle derinleşmiştir. Bu koşullarda özgürleşme, yalnız ekonomik değil; düşünsel, bilişsel ve ekolojik bir mücadeleye dönüşmüştür. Yeni bir toplumsal sözleşme şu ilkeler üzerine kurulmalıdır:

  1. Veri Egemenliği: Birey ve toplum, kendi davranışsal verileri üzerinde kolektif mülkiyet hakkına sahip olmalıdır.
  2. Demokratik Teknoloji: Algoritmik sistemler şeffaf, etik ve kamusal denetime açık olmalı; yapay zekânın sınırlarını piyasa değil, toplum, evrensel norm-hukuk, global kuruluşlar, akademi belirlemelidir.
  3. Ekolojik Eşitlik: Yeşil teknolojiler piyasa değil, kamusal yarar temelinde geliştirilmeli; yeşil ekonominin sömürge zincirlerini kıracak küresel adalet mekanizmaları kurulmalıdır.
  4. Epistemik Adalet: Bilgi üretimi patent tekellerinden kurtarılmalı, medya, veri ve algoritma alanlarında bağımsız kamusal alanlar, üniversiteler, üniversite-devlet-endüstri iş birliği güçlendirilmelidir.
  5. Emeğin Dijital Özgürlüğü ve Zamanın Kurtuluşu: Dijital çağda emek, yalnız üretim değil, yaratıcılık, inovasyon, fikir üretimi, entelektüel ve girişimcilik süreçlerinin öznesi olarak yeniden tanımlanmalıdır.

Sonuç:

Dijital çağda iktidar gücü artık yalnız devlet aygıtında değil; kodda, ağda ve algoritmada cisimleşmiştir. Neo-totaliter yönetimsellik, klasik faşizmin baskıcı biçimlerinden farklı olarak rızaya gömülü, teknolojik olarak dağılmış bir iktidar biçimidir. Bu nedenle özgürlük mücadelesi artık yalnız politik değil, aynı zamanda ontolojik bir mücadeleye dönüşmüştür: insanın kendi bilincini, zamanını ve hakikatini geri kazanma mücadelesidir.

Bugün kapitalizmin krizi üç düzeyde iç içe geçmiştir:

  • Ekonomik: Kâr oranlarının düşüşü ve üretkenliğin yavaşlaması,
  • Ekolojik: Doğal kaynakların tükenmesi ve iklim krizinin derinleşmesi,
  • Sosyopolitik: Demokratik meşruiyetin erozyonu ve üretim faktörlerinden emeğin direnişinin yeni biçimleri.

Bu üç kriz sermayeyi daha derin bir kontrol rejimine iterken, “dijital gözetim” demokrasi mücadelesinin yeni bir alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün her tıklama, her algoritmik öneri, bir mikro-siyasal denetim alanı ve aynı zamanda siber güvenlik sorunudur. Totaliterizm ile gizli sömürgecilik, aynı bütünün iki yüzüdür: biri içeride toplumu disipline eder, diğeri dışarıda ekonomik sömürüyü sürdürür. Kapitalizm artık sınırlarını yalnız doğada değil, insanda da aşmıştır. Dijital kapitalizm ve gizli sömürgeciliğin ortak hedefi hem siyasal hem de ekonomiktir. Her iki süreç de insan özgürlüğünün son kalelerini zihin, doğa ve emeği kuşatma altına almıştır. Ancak tarihin diyalektiği hiçbir egemenlik biçiminin mutlak olmadığını öğretir. Bugün algoritmik tahakkümün gölgesinde filizlenen yeni bilinç biçimleri gençliğin özgürlük arayışı, ekolojik dayanışma ağları, demokrasi-eşitlik talepleri, dijital kolektivizm ve etik teknoloji hareketleri geleceğin post-kapitalist özgürlük tahayyülünün çekirdeğini taşımaktadır. Eğer faşizm bir süreçse, özgürlük de öyledir. Ve bu kez özgürlük, yalnızca devletin değil, algoritmanın da demokratikleştirilmesinden geçmektedir. Gerçek devrim, makineyi değil, zihni, bilinci özgürleştirecek olandır.

Kaynak: Sanayi Gazetesi