Dr. Turhan KARAKAYA
Makine Mühendisi, Mekatronik Mühendisi, Endüstri Yüksek Mühendisi
Doğuş Üniversitesi Dr. Öğr. Görevlisi
Bilim insanları on yıllardır uyarıyor. Karbondioksit atmosferde arttıkça, dünya ısınıyor. 1950’lerde yapılan ilk ölçümlerle bugün arasında dağlar kadar fark var hem sıcaklıkta hem deniz seviyesinde, hem de insanın doğaya verdiği tahribatta. Artık küresel ısınma, sadece gelecek kuşakların değil, şu anda bu yazıyı okuyan sizin de yaşadığınız bir gerçek. Ve mesele sadece “hava biraz daha sıcak olacak” meselesi değil. Mesele, uygarlığın sürdürülebilirliğini sorgulatan bir kırılma noktasına gelip gelmediğimiz.
Oysa biz bu noktaya göz göre göre geldik. Fosil yakıtları yakarken çıkan buharı ilerleme sanmış olabiliriz. Büyümeyi sayılarla ölçerken, doğayı denklemden çıkarmış olabiliriz. Ekonomik kalkınma adına ormanları, sulak alanları, biyolojik çeşitliliği feda etmiş olabiliriz. Ama doğa muhasebe tutmaz; fatura keser.
Peki şimdi ne yapacağız? Küresel ısınma ve iklim krizini tamamen durdurmak hâlâ mümkün mü?
Bilim bu konuda hem dürüst hem de temkinli. “Engellemek” kelimesi, artık tam olarak karşılık bulmuyor. Ancak etkilerini azaltmak, felaketi yavaşlatmak ve daha yaşanabilir bir gelecek inşa etmek hâlâ mümkün. Üstelik sadece mümkün değil, zorunlu. Çünkü artık geri dönüş değil, dönüşüm konuşuluyor.
Enerji sistemleri değişiyor. Güneş panelleri çatılardan gülümsüyor, rüzgâr türbinleri kıyılarda dönüyor. Elektrikli araçlar sessizce şehir sokaklarına karışıyor. Yeşil hidrojen, karbon yakalama teknolojileri, enerji verimli yapılar, akıllı şebekeler… Bunlar bir bilim kurgu romanının konusu değil; şimdiki zamanın yeni sözlüğü.
Tarım bile değişiyor. Toprağa zarar vermeyen rejeneratif tarım yöntemleri, dikey çiftlikler, su ayak izini azaltan üretim teknikleri, gıda israfını önleyen uygulamalar… Her biri, doğaya dönük yeni bir sayfanın imzaları gibi.
Ve birey… Birey de değişiyor. Artık plastik poşet yerine bez çanta taşıyan bir çocuk gördüğünüzde, bu sadece tatlı bir alışkanlık değil; mikro düzeyde bir sistem eleştirisidir. Et tüketimini azaltan biri, sadece diyet yapmıyor; iklim politikasına müdahil oluyor. Geri dönüşüm yapan, yürüyerek işe giden, enerji tüketimini kontrol eden her birey, farkında olsun ya da olmasın, küresel bir mücadeleye katkı veriyor.
Bu noktada bir parantez açmak gerek: Elbette ki iklim krizini bireylerin sırtına yükleyip, dev yapısal sorunları görmezden gelmek kolaycılık olur. Ancak şunu unutmamalı: Yapısal değişimler için toplumların hazır olması gerekir. O “hazırlık” da bireysel farkındalıkla başlar. Ve evet, bazen bir bez çanta, bir zihin devrimini başlatabilir.
Dünya genelinde umut verici gelişmeler yaşanıyor. Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakatı, Amerika’nın 2030 temiz enerji hedefi, Çin’in karbon nötr olma sözü, Hindistan’ın güneş enerjisi yatırımlarındaki sıçraması… Artık ülkeler, ekonomik büyümenin çevresel sürdürülebilirlikle çelişmek zorunda olmadığını fark etmeye başladı. Çünkü doğa ile inatlaşmak, eninde sonunda ekonomik çöküşle de sonuçlanıyor. Bir nehir kuruduğunda yalnızca balıklar değil, turizm de tarım da enerji üretimi de zarar görüyor. Doğanın çöküşü, piyasanın çöküşüdür. Bunu görenler kazanacak.
Gençler ise bu hikâyenin en heyecan verici aktörleri. Greta Thunberg’in başlattığı tek kişilik grev, küresel bir dalgaya dönüştü. Şimdi lise çağındaki gençler, iklim konferanslarında konuşuyor; kurultaylara, belediye meclislerine, şirket yönetimlerine iklim politikası dayatıyor. Bu belki de tarihte ilk kez, gençlerin dünyayı kurtarmaya kalkıştığı bir dönem.
Ama hâlâ işimiz çok. Her gün milyarlarca ton CO₂ atmosfere salınmaya devam ediyor. Ormanlar kesiliyor, buzullar eriyor, mercanlar ölüyor. İklim adaletsizliği büyüyor. Zengin ülkeler geçmişin sorumluluğunu almakta yavaş davranırken, yoksul ülkeler bugünün yükünü sırtlıyor. Bu eşitsizlik, sorunun çözümünü zorlaştırıyor.
Ve evet, hâlâ bazıları çıkıp “bu iş abartılıyor” diyebiliyor. Sanki bilimin binlerce sayfalık kanıtları, sadece bir hava durumu tahminiymiş gibi… Oysa mesele hava değil; iklim. Hava geçer, iklim kalır. Ve iklim bozulursa ne bahar geri gelir ne de umut kolayca filizlenir.
Yine de umut var. Çünkü insanoğlunun en büyük meziyetlerinden biri, geç de olsa uyanabilmesi. Ve biz, tam da o uyanış noktasındayız. Evet, saat ilerledi. Ama hâlâ geç değil. Harekete geçmek için son değil. Ve hâlâ elimizde kâğıt, kalem, bilgi ve cesaret var. Hâlâ bizden sonrakilere “denedik” diyebilecek şansımız var.
Son bir sözle bitirelim. Carl Sagan der ki:
“Dünya, bugüne kadar bildiğimiz tek yuva. Başka hiçbir yer, yakın gelecekte göç edebileceğimiz gibi görünmüyor. Beğenin ya da beğenmeyin; şu anda ayakta kalabileceğimiz tek yer burası.”
İşte bu yüzden sormaktan vazgeçmeyelim:
Dünya için geç mi?
Hayır. Ama beklersek, geçebilir.
Kaynak: Sanayi Gazetesi