Nükleer Silahlar Ekseninde Barış Görüşmeleri Mümkün mü?

Son birkaç yazımı gayrimenkul finansmanı üzerine yazmıştım. Bugün bu konuya bir ara verip ABD’nin arabuluculuk ederek sonlandırmayı hedeflediği Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaş ekseninde (umarım Gazze’de yaşanmakta olan soykırım da bir an önce sonlandırılabilir) dün yapılan ABD-AB liderleri toplantısına ve dünyada nükleer silaha sahibi ülkelere ait bazı istatistiki verilere yer vermek istiyorum.

Dr. Levent Sümer, PMP, MRICS

Levent.sumer@smrstrategy.com

ABD Başkanlık ofisinde gerçekleşen oturma düzeni diplomasi alanında çokça eleştirilere maruz kalacak ve uzun süre konuşulacaktır ama ben özellikle Türkiye’nin etrafında devam etmekte olan savaşların gölgesinde dünyada nükleer silah sahibi ülkelere ilişkin Statista’dan Anna Fleck’in yazısından bazı çarpıcı verileri paylaşacağım.

Herkesin bildiği üzere bir nükleer silahın bir savaşta ilk kez kullanımı 6 Ağustos 1945’te gerçekleşmişti. Amerika Birleşik Devletleri, Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerinde kullandığı atom bombası çoğu sivil olmak üzere yaklaşık 214 bin kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu. Takip eden yıllarda hayatta kalanların birçoğu lösemi, kanser ve radyasyona bağlı diğer sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kaldı.

Sonraki yıllarda nükleer silah hiç kullanılmamış olsa dahi aradan geçen 80 yılda bu silahların üretimi, konuşlandırılması ve stoklanması devam etti. Günümüzde dokuz ülkenin olası kullanım için askeri stoklarında toplamda 9 bin 614 nükleer savaş başlığı bulunduğu tahmin edilmekte. Bunların 8 bin 9’u Rusya ve ABD’nin envanterindedir. Ayrıca henüz imha edilmemiş 2 bin 627 adet kullanılamayacak durumda olan savaş başlığının da bulunduğu tahmin edilmektedir.

Çin’in 600, Hindistan’ın ise yaklaşık 180 adet nükleer savaş başlığı bulunmaktadır. Bu iki ülkeyi Pakistan 170, İsrail 90, Kuzey Kore ise 50 adet başlıkla takip etmektedir. Avrupa’daki iki nükleer güç, Fransa ve Birleşik Krallık, toplam 515 operasyonel nükleer savaş başlığına sahiptir. Kuzey Kore hariç nükleer savaş başlığına sahip ülkelerin hiçbiri 1990’lardan bu yana bu silahları test etmemiştir.

Dünya 2024 yılında nükleer silahlar için bir önceki yıla göre yüzde 11 daha fazla para harcadı. Harcamanın toplamı 100 milyar doları aşmış durumda, yani dakikada 190 bin dolar. İnsanlık, bir yandan iklim krizinin, göç dalgalarının ve ekonomik dengesizliklerin pençesinde çırpınırken, diğer yandan kaynaklarını geleceği yok etmeye aday bir silahlanma yarışına harcıyor.

Bu yarışın başını Amerika Birleşik Devletleri çekiyor. 56,8 milyar dolarlık harcama ile toplamın yarısından fazlasını tek başına üstlenmiş durumda. Onu Çin ve Birleşik Krallık takip ediyor. ICAN raporları, son beş yılda nükleer silahlara harcanan paranın 415,9 milyar doları bulduğunu gösteriyor.

Peki bu tablo Türkiye açısından ne anlam ifade ediyor?

Türkiye’nin kendi nükleer silah programı yok. Ancak coğrafi olarak bakıldığında, nükleer güçlerin tam ortasında yer alıyor. Kuzeyde Rusya, doğuda İran, batıda NATO’nun nükleer şemsiyesi, güneyde ise İsrail’in varlığı.. Bu tablo Türkiye’yi, doğrudan nükleer stratejilerin kesişim noktasına yerleştiriyor.

Ankara, NATO üyesi olarak ittifakın nükleer caydırıcılığından faydalanıyor. İncirlik Üssü’nde ABD’ye ait olduğu iddia edilen nükleer başlıkların varlığı da sık sık gündeme geliyor. Bu durum Türkiye’yi doğrudan nükleer denklemin içine sokmasa da kriz anlarında bir hedef haline getirme riski taşıyor.

Türkiye’nin çıkarı, bu yarışa katılmakta değil; aksine bölgesinde ve uluslararası platformlarda nükleer silahsızlanmayı savunan güçlü bir diplomatik aktör olmakta. Zira her 190 bin dolar, yeni bir savaş başlığına değil, temiz enerjiye, altyapıya ya da savunmada teknoloji geliştirmeye ayrılabilirdi. Türkiye’nin kendi stratejik öncelikleri açısından nükleer silah sahibi olmadan da güçlü olabilmesi bu denklemde zor olsa da savunma sanayinde tam bağımsız olarak, yeni nesil uçaklar üreterek önce kendi güvenliğini tam koruyabilmeli ancak bunun akabinde bölgesel bir güç olarak oyunun kurallarını değiştirebilir. Bunun için de tam bir ekonomik bağımsızlığa ihtiyaç var.

Ekonomik bağımsızlık için ise bir paradigma değişimi şart. Bu konuya sonraki bir yazımda değineceğim.

Kaynak: Sanayi Gazetesi