Sanayide estetik mümkün mü?

Mimaride estetik oldukça derin bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır ve farklı dönemlerde çeşitli yaklaşımlarla ele alınmıştır.
Kahramanmaraş Organize Sanayi Bölgesi'nde (OSB) çatısına güneş enerjisi santrali kurulan 40 fabrika, 202 bin güneş paneliyle ihtiyaç duydukları enerjinin yüzde 30'unu güneşten sağlıyor. ( Sinan Doruk - Anadolu Ajansı )

Gizem KUÇAK TOPRAK

Sanayide estetik ise karmaşıklık içeren bir kavram olarak gözükmekte ve yapılan çeşitli görüşmelerde özellikle Türkiye’deki çoğu sanayi bölgesinin “estetik değerlere” sahip olmadığı/olamadığı düşüncesine rastlanmaktadır. Peki gerçekten sanayi bölgeleri estetik değere sahip değil midir, sahip olması adına yapılabilecekler var mıdır? Bu yazıda amaç bu iki soru üzerine düşünmektir.

Mimaride estetik farklı dönemlerde, çeşitli biçimlerde açıklanmaya çalışılmıştır. İlk mimaride estetiği, güzelliği ele alan kişinin ise Romalı mimar Vitruvius olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. MÖ 90-20 yıllarında yaşadığı düşünülen Vitruvius, MÖ 45-15 tarihlerinde yazdığı tahmin edilen ve mimarlık alanındaki ilk yazılı kaynak olduğu düşünülen “Mimarlık Üzerine On Kitap” da “firmitas” (sağlamlık), “utilitas” (kullanışlılık) ve “venustas” (güzellik) olmak üzere bir mimari eserde olması gereken üç kriter önermektedir (Vitruvius, 1993). Estetik ise Türk Dil Kurumu tanımı ile “Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi; güzel duyu, bedii, bediiyat” olarak tanımlanmış ve doğrudan güzellik ve güzelliği inceleyen bir bilim alanı olarak ele alınmıştır (Türk Dil Kurumu, 2024a). Kısacası Vitruvius tarafından bir mimari eserde olması gereken üç unsurdan biri olan güzelliği inceleyen kuramsal bilimdir estetik. Güzellik ve estetik üzerine tarihsel süreçte derin araştırmalar ve sonucunda ortaya çıkan düşünceler mevcuttur. Örneğin Sokrates güzeli açıklarken işlevselliği ortaya koymakta ve “herhangi bir şey, eğer iyi bir amaca hizmet ediyorsa, güzeldir”, “bizi her mevsimde en iyi şekilde ağırlayan ve eşyalarımızın tümünü koruyan yapı, haklı olarak en üstün seviyedeki, en güzel yapı olacaktır. Boyama ve ruhu hoşnut kılmaktan çok onu durgunlaştırmaya hizmet ederler” açıklamaları ile bunu desteklemektedir (Masiero, 2006). Sokrates’in öğrencisi olan ve estetiğin babası sayılabilecek (Kortan, 2024) Platon’da benzer bir şekilde rasyonelliğe dikkat çeker ve dünyanın rasyonel bir düzene sahip olmasının güzelliği de getirdiğini ve rasyonelliğin güzelliğe bağlanmasının aynı zamanda güzel olanın üretilmesini de mümkün kıldığını ifade etmektedir (Masiero, 2006). Antik dönem ve Rönesans öncesinde gelişmiş olan bu düşünceler, Rönesans döneminin akılcı yaklaşımı, hümanizm ve modern dönemde de kendine yer bulmuştur (Melvin, 2007). Sokrates ve Platon’un da üzerinde durduğu işlev, biçim, güzellik arasındaki etkileşim, biçimin hizmet ettiği işleve uygun olarak geliştirilmesi gerektiğini savunan yaklaşım Modern dönemde en çok üzerinde durulan konulardan biri olmuştur ve “işlevselcilik” olarak adlandırılmıştır (Melvin, 2007). 19. yüzyıla damgasını vuran modern dönem ile sanayi devrimi birbirleri ile etkileşim içerisine girmiştir. Sanayi bölgelerinin ve sanayi yapılarının oluşum süreçleri ise sanayii devrimine dayanmaktadır ve sanayi devrimi “estetik” kavramı üzerinde de bazı etkiler yaratmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte üretim tesisleri, fabrikalar, depolar ve endüstriyel alanlar gelişmeye başlamış ve başlangıçta bu yapılar, üretim kapasitesini artırmayı ve maliyetleri düşürmeyi amaçladığından işlevselliği ön plana almıştır. Kısacası işlevsel olanın güzel olduğu, estetik olduğu düşüncesi, işlev ile biçimin şekillenmesinin estetiği doğrudan getireceği düşüncesi ile sanayi yapıları mimarisi aslında bir noktada kesişmektedir.

Sanayi yapılarının işlev ve ekonomi öncelikli yapılar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle işlevleri doğrultusunda tasarlanmış bu yapılar doğrudan bazı estetik ilkeleri de bünyesinde barındırmaktadır. Hatta sanayi yapılarının kendine özgü bir estetik değeri olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Bu nedenle endüstri mirasının korunması uzun bir süredir hem Dünya’nın hem de 1990’lı yıllar ile birlikte Türkiye’nin gündeminde yer almaktadır.    

Peki nedir bu Türkiye’deki sanayi bölgelerinin ve yapılarının estetik olmadığı düşüncesinin gelişmesine neden olan? İşlevsel olan estetik ise, o estetik olanın önüne geçen şey nedir? Yapıların kendisi mi yoksa farklı faktörler mi? Bu sorunun cevabını bulmak için sanayi yapıları ve sanayi bölgelerindeki işlev dışı elemanları belki de doğrudan değerlendirmek gerekebilir. Bu bağlamda Ankara’da yer alan bazı sanayi bölgeleri incelendiğinde “tabelalar”, “zamanla yapının işleve cevap vermemesi”, bozulmalara müdahaleler” ve “kentsel donatı elemanlarında kontrol” olmak üzere dört öğe tespit edilmiştir.

Çoğu sanayi bölgesinde tabelaların kullanım ve uygulama ilkelerine ait düzenlemeler yer alsa da ne kadar ticari faaliyetin bir sonucu olarak karşımıza çıksa da hatta bir miktar yapı işlevi ile örtüşse de tabelaların çoğunun yapı tasarım sürecinde tasarlanmadığı, yapı inşasının tamamlanmasının ardından firma sahibi tarafından, yapının tasarımı veya çevresindeki yapıların tasarımları ile ilişki içerisinde olup olmaması düşünülmeden, firma bütçesine uygun olarak hazırlatıldığı gözlemlenmiştir. Eklenen yeni eleman, tabela çevreyle ve mimarinin yapının kendisi ile düzensiz, uyumsuz bir ilişki kurmaktadır. Farklı boyutlarda, konumda, renklerde, yazı karakterindeki tabelalar sokak siluetinde düzensizliğe ve karmaşıklığa neden olmaktadır.

Sanayi yapısının gerekli ihtiyaçlara zaman içerisinde cevap vermemesi sonucunda çeşitli ürünlerinin, elemanların mekân dışına, kaldırımlara, yola taşması veya ruhsata tabi olmayacak şekilde kontrolsüz geçici yapılaşma elemanlarının firmalar tarafından inşa edilmesi ve mevcut mimari yapı ile etkileşim içerisine giremeyen türde yapılaşma unsurlarının tercih edilmesi de yine sokak siluetinde düzensizliğe ve karmaşıklığa neden olmaktadır. Aynı zamanda kaldırımların işkal edilmesi ile sonuçlanan durumlarda, mimari yapı işlevini sürdürse de kaldırım işlevini sürdürememekte ve başka bir işlev engellenmektedir.

Mimari yapıda zaman içerisinde gerçekleşen bozulmaların, basit onarım kapsamında, ruhsata tabi olmayan ölçekte yine mimari yapıdan bağımsız ve firma bütçesine uygun şekilde gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.

Sanayi bölgesinde kentsel tasarım, peyzaj elemanlarının işleve uygun olmak ile birlikte kullanıma uygunluğunun kontrollerinin yapılmasındaki eksikliğin de estetik algıyı etkilediği tespit edilmiştir. Bir ağacın kendisi estetik bir öğe iken, kaldırımda yürümeyi engelleyen bir ağaç aynı etkiyi yaratamamaktadır. Ya da kentsel alt yapıya açılan bir kapak taşıt veya yaya ulaşımını aksattığında yine benzer şekilde estetik bir öğe olmaktan uzaklaşmaktadır.

Tespit edilen bu dört unsur sonucunda işleve uygun, çevre yapılar ile ilişki içerisinde tasarlanan mimari yapı ve sanayi bölgesi bozulmaya uğramaktadır. Ve sonuç olarak TDK tarafından “ses uyumsuzluğu” olarak tanımlanan bir kakofoni ortaya çıkmaktadır (Türk Dil Kurumu, 2024b). Kısacası mimari tasarımlardan sonra gerçekleşen müdahalelerden kaynaklı ortaya çıkan düzensizliğin ve karmaşanın, estetik algısını etkilediği gözlemlenmektedir. Bu nedenle sanayi bölgelerinin kendine has, işleve özgü estetik değerini koruyabilmesi adına yukarıda bahsi geçen hususlardan kaynaklanan düzensizliklerin kontrol altına alınması ve düzenli, kontrollü hale getirilmesi önemli hale gelmekte ve ilgili, yetkili birimlerle bu anlamda iş birlikleri gerçekleştirilmesi gerektiği görülmektedir. Sanayi bölgesindeki mimari yapıların, tasarımlarının, birbirleri ile ilişkisinin bölge estetiğine etkisi ise daha detaylı bir çalışma ile yeniden ele alınmalıdır.