Su kıtlığı geleceğin değil, bugünün gerçeği

Hem ekolojik dengeyi koruma hem de sürdürülebilir kalkınmayı sağlama açısından son derece kritik bir kavram olan Su verimliliği, mevcut kaynakların israf edilmeden, planlı ve dengeli biçimde kullanılmasını sağlıyor.

Sevgi PİLGİ

Artan kuraklık ve düzensiz yağışlar, su kaynaklarını tehdit ediyor. Su verimliliği uygulamaları (yağmur suyu hasadı, damla sulama, gri su kullanımı vb.), iklim değişikliğine karşı adaptasyonu güçlendirerek karbon ayak izini azaltıyor. Sanayi tesisleri ve tarım sektörü, suyun en yoğun kullanıldığı alanlardır.  Bu kapsamda Su Verimliliği Yönetmeliği oldukça önemlidir. Verimli su kullanımı; üretim maliyetlerini azalarak, enerji tasarrufu sağlar. Aynı zamanda atık su miktarını da düşürür.

Çevre Mühendisi, Sürdürülebilirlik Uzmanı Esra Ocak Tamer, Su Verimliliği Yönetmeliği, suyun verimli kullanımı ve su kıtlığının risklerini değerlendirdi.

Suyu sadece çevresel bir mesele değil; aynı zamanda ekonomik ve stratejik bir güvenlik konusu olarak görmemiz gerektiğini söyleyen Tamer, ‘su bol ve tükenmezdir’ anlayışından ‘su kıt ve korunması gereken bir varlıktır’ anlayışına geçilmesi gerektiğini vurguladı.

Türkiye ‘su stresi’ yaşayan ülkeler arasında

Bugüne kadar en büyük eksikliğin, suyun sınırsız bir kaynak olduğu yönündeki algımız olduğunu söyleyen Çevre Mühendisi, Sürdürülebilirlik Uzmanı Esra Ocak Tamer, “Türkiye yarı kurak iklim kuşağında yer alan bir ülke ve uzun süredir ‘su stresi’ yaşayan ülkeler arasında sayılıyor. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.300–1.500 m³ civarında. Bu rakam bize, su kaynaklarımızın düşündüğümüz kadar bol olmadığını gösteriyor. Üstelik iklim değişikliğiyle birlikte kuraklıkların daha sık yaşanması, yağış rejimlerinin bozulması ve aniden gelen sel felaketleri tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Bunu günlük hayatımızda da net biçimde görüyoruz. Bursa’da, Ankara’da barajların seviyeleri kritik noktalara geriledi; bazı havzalarda göller kuruma noktasına geldi. Bu, su kıtlığının artık gelecekte değil, bugünün gerçeği olduğunu gösteriyor. Tarımda hâlâ yaygın olarak kullanılan vahşi sulama yöntemleri, sanayide geri kazanım ve kapalı devre sistemlerin yetersizliği, şehirlerde şebekelerdeki kayıp-kaçak oranlarının çok yüksek olması, mevcut durumun kırılganlığını artırıyor” ifadelerine yer verdi.

“Su korunması gereken bir varlık”

Yeni Su Verimliliği Yönetmeliği’nin bu noktada bir dönüm noktası olduğunu vurgulayan Esra Ocak Tamer, “Çünkü artık suyun ölçülmesi, izlenmesi, raporlanması ve planlanması yasal bir zorunluluk haline geldi. Bu düzenleme, suyu sadece çevresel bir mesele değil; aynı zamanda ekonomik ve stratejik bir güvenlik konusu olarak görmemizi sağlıyor. Türkiye için bu yönetmelik, ‘su bol ve tükenmezdir’ anlayışından ‘su kıt ve korunması gereken bir varlıktır’ anlayışına geçişin belgesi niteliğinde” dedi.

 “Suyun geleceğini korumak hepimizin ortak görevi”

Su Verimliliği Yönetmeliği’nin su tüketiminde en büyük payı olan bütün kurum ve sektörleri doğrudan kapsadığını dile getiren Tamer, şunları söyledi: “Büyükşehir belediyeleri, nüfusu 50 binin üzerindeki ilçe belediyeleri, organize sanayi bölgeleri, serbest ve endüstri bölgeleri, sulama tesisleri, üniversite kampüsleri, havalimanları ve 250 oda üzeri turizm işletmeleri artık bu çerçevede yükümlü. Ayrıca belirli NACE kodlarına sahip sanayi tesisleri de sisteme dahil edilmiş durumda. Bu geniş kapsam bize şunu gösteriyor: su verimliliği artık sadece devletin ya da birkaç kamu kurumunun sorumluluğu değil. Belediyelerden sanayi kuruluşlarına, otellerden üniversitelere kadar herkesin taşın altına elini koyması gerekiyor. Çünkü su sadece tarımsal üretimde ya da fabrikalarda değil; yaşadığımız şehirlerde, tatil yaptığımız otellerde, hatta çocuklarımızın eğitim aldığı kampüslerde bile kritik bir kaynak. Yönetmelik bu yüzden yalnızca resmî kurumlara değil, özel sektöre ve topluma da sorumluluk yüklüyor. Yani kısacası, suyun geleceğini korumak artık hepimizin ortak görevi.”

Yükümlülükler oldukça net

Yönetmelik kapsamında firmalar için yükümlülüklerin oldukça net ve bağlayıcı olduğunu söyleyen Esra Ocak Tamer, “Öncelikle her kurum ya da işletme, faaliyet alanına ve büyüklüğüne uygun bir su verimliliği sistemi kurmak zorunda. Bu sistem sadece bir prosedür değil; içinde personel görevlendirmeyi, plan hazırlamayı, bu planı uygulayıp izlemeyi ve sonuçları raporlamayı barındırıyor. Yani bir işletme artık sadece ne kadar elektrik veya hammadde kullandığını değil, aynı zamanda ne kadar su tükettiğini ve bu suyu nasıl yönettiğini de kayıt altına almak zorunda” dedi.

Bunun yanında tüm kurumların, beş yıllık bir uygulama takvimi içeren su verimliliği planı hazırlamak ve Bakanlığın onayına sunmakla yükümlü olduğunun altığını çizen Tamer, bu planın, mevcut su kullanımlarını, hedeflerini, alacağı önlemleri ve ihtiyaç duyduğu kaynakları (finansman, teknoloji, insan gücü) içermek zorunda olduğunu da hatırlattı. Tamer, ayrıca her yıl bu plan sonuçlarının sisteme girileceğini ve Bakanlık tarafından izleneceğini de sözlerine ekledi.

Bireyler suyu bilinçli kullanmalı

Tamer, yönetmelik kapsamında Bir diğer önemli nokta olan Su Verimliliği Belgelerini de ele aldı: “Yönetmelik kapsamında mavi, yeşil ve turkuaz olmak üzere üç tip belge öngörülüyor. Örneğin belediyeler, OSB’ler, üniversite kampüsleri veya büyük turizm tesisleri belirlenen süreler içinde yeşil belgeye başvurmakla yükümlü. Turkuaz belge ise gönüllülük esasına dayalı ama firmalar için prestij unsuru olabilecek bir sertifikasyon aracı. Bireyler için doğrudan yasal zorunluluklar getirilmiş değil. Ancak yönetmelik, valiliklerin vatandaşlara yönelik farkındalık çalışmaları yapmasını öngörüyor. Bu da demek oluyor ki önümüzdeki dönemde günlük yaşamımızda daha fazla bilinçlendirme kampanyası, su tasarrufu eğitimleri ve bilgilendirici materyaller göreceğiz. Bireylerden suyu bilinçli kullanmaları bekleniyor. Burada kritik olan şu: Firmalar için yükümlülükler hukuki bağlayıcılık taşıyor, bireyler içinse gönüllülük esaslı. Ama aslında suyun geleceği açısından kurumsal dönüşüm ile bireysel davranış değişimi bir bütün. Firmalar büyük ölçekli yatırımları yaparken, bireylerin de günlük alışkanlıklarını değiştirmesi gerekiyor. Bir taraf eksik kalırsa, sistem tam olarak çalışmaz.”

Bu yönetmeliğin uygulanması için bütün işletmelerin ve kurumların hazırladıkları su verimliliği planlarını çevrimiçi bilgi sistemine girmekle yükümlü olduklarını hatırlatan Esra Ocak Tamer, “Bu sistem, Bakanlığın doğrudan denetleyebildiği dijital bir altyapı. Yani artık sadece dosyalarda kalacak raporlar değil; her yıl güncellenen, elektronik ortamda izlenebilen ve gerektiğinde kamu kurumlarıyla paylaşılabilen bir veri tabanı oluşturuluyor. Bakanlık, bu planları inceleyip onaylıyor. Ama denetim sadece dosya üzerinden yapılmıyor; gerek görüldüğünde yerinde incelemeler de yapılıyor. Eğer bir tesiste su verimliliği sistemi kurulmamış ya da uygulanmıyorsa bu hemen tespit ediliyor. Eksiklik görüldüğünde kuruma 90 günlük bir iyileştirme süresi tanınıyor. Bu süre içinde eksikler tamamlanmazsa, o işletmenin su verimliliği belgesi iptal ediliyor” dedi.

“Ciddi bir mali yük getirecek”

Bu denetim mekanizmasının sadece büyük firmaları değil belediyeleri de doğrudan kapsadığını dile getiren Tamer, “Örneğin bir belediye, hazırladığı planı hayata geçirmez ya da kayıp-kaçak oranlarını azaltmaya yönelik adımları atmazsa, Bakanlık sistemi üzerinden bunu görebiliyor ve gerekli uyarıları yapıyor. Burada önemli olan, bu sürecin cezalandırmadan çok iyileştirme odaklı işlemesi. Kurumlara eksiklerini düzeltmeleri için süre tanınıyor. Yani amaç, herkesin aynı anda sisteme uyum sağlamasını kolaylaştırmak. Ancak şunu da açıkça söylemek gerekiyor: Bu süreç özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler için ciddi bir mali yük getirecek. Ölçüm cihazları, izleme sistemleri, geri kazanım teknolojileri kolay yatırımlar değil. O nedenle denetim mekanizmasının yanında mutlaka teşvik ve finansman desteklerinin de gündeme gelmesi gerekiyor” şeklinde konuştu.

Kaynak: Sanayi Gazetesi