Sürdürülebilirlik ciddiyet ister, süs değil!

Yıl 2025. Gezegen alarm veriyor. Denizler yükseliyor, kuraklık haritaları genişliyor, gıda krizleri art arda kapımızı çalıyor. Bilim insanları on yıllardır uyarıyor.
Sürdürülebilirlik ciddiyet ister, süs değil! Sürdürülebilirlik ciddiyet ister, süs değil!

Ve biz hala sürdürülebilirlik kavramını küresel toplantıların zarif sunumlarında, şirket raporlarının parlak sayfalarında ya da reklam afişlerinin alt köşelerinde, dekoratif bir unsur gibi kullanmaya devam ediyoruz. Gerçek şu ki: Dünya, sürdürülebilirlik konusunu ciddiye almıyor. Hem de hiç.

Dilek KAYA

Dilekkayanyc@gmail.com

Birleşmiş Milletler’in New York’taki Genel Merkezi’nde takip ettiğim onlarca sürdürülebilirlik oturumu, SKH (Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri) zirvesi, iklim forumları… Her biri iyi niyetle hazırlanmış, teknik detaylarla donatılmış. Ancak asıl soru şu: Bu toplantılarda alınan kararların kaç tanesi sahaya iniyor? Kaçı bağlayıcı? Kaçı gerçekten yaptırım gücüne sahip? Ve kaçı denetleniyor?

Ne yazık ki, dünyada sürdürülebilirlik hala bir “gönüllülük işi” olarak algılanıyor. Oysa bu, gelecek nesillerin yaşam hakkını belirleyen bir zorunluluktur. Sürdürülebilirlik, bir seçim değil, bir zorunluluktur. Ve bunu hala kavrayamayan liderlerin sayısı endişe verici düzeyde.

Ülkeler karbon nötr hedefleri açıklıyor. Tarihler veriliyor: 2040, 2050, 2070… Hepsi kulağa umut verici geliyor ama bu taahhütlerin çoğunun arkasında bağlayıcı hiçbir şey yok. Somut politika yok. Uygulama planı yok. Hatta çoğu ülke, bir yandan iklim taahhüdü verirken öte yandan yeni kömür santrallerine, petrol ve gaz yatırımlarına onay vermeye devam ediyor. Bunun adı ikiyüzlülüktür. Daha kibar tabirle: yeşil yıkama (greenwashing)

Gelişmiş ülkeler, sürdürülebilirlikten söz ederken geçmişte atmosferi kirletme yarışında başı çektiklerini, bugünkü yıkımın temel sorumluları olduklarını çoğu zaman unutuyorlar. Küresel emisyonun tarihsel yükü onlara ait, ama bugünkü faturayı gelişmekte olan ülkelere kesmeye çalışıyorlar. Paris Anlaşması’ndan bu yana gelişmekte olan ülkelere vaat edilen 100 milyar dolarlık iklim finansmanı hala tam olarak aktarılmadı.

Oysa iklim adaleti, sürdürülebilirliğin kalbinde yer almalıydı. Ama ne yazık ki uluslararası sistem hala güçlülerin konforunu korumayı, kırılgan ülkelerin yaralarını sarmaktan daha öncelikli görüyor.

Sürdürülebilirlik yalnızca çevre politikası değildir. Bu kavram, aynı zamanda sosyal adaletin, ekonomik eşitliğin ve kolektif vicdanın bir göstergesidir. Bugün birileri lüks içinde enerji tüketimini sürdürebiliyorsa, başka bir yerde çocuklar hala elektriksiz evlerde büyüyor. Ve bu çarpıklık, yalnızca teknolojik değil, ahlaki bir krizin de göstergesidir.

Küresel ekonomi büyümeyi kutsallaştırırken, sınırsız üretimi ve tüketimi sürdürülebilirlik başlığı altında yumuşatmaya çalışıyor. Oysa gerçek şu ki: Bu gezegenin sınırları var. Ve biz bu sınırları çoktan aştık.

Artık güzel cümlelere değil, kararlı adımlara ihtiyacımız var. Sürdürülebilirlik, bir PowerPoint sunumu değil; yaşam hakkını koruma mücadelesidir. Dünya liderleri ve karar vericiler, samimiyet testinden geçiyor. Ve bu testte sınıfta kalan çok fazla ülke, şirket ve yapı var.

Eğer gerçekten sürdürülebilir bir gelecek istiyorsak, önce bu kavramı ciddiye almalıyız. İklim krizi ertelemeyi kabul etmiyor. Gezegenin sabrı kalmadı. Bizim de zamanımız.

Gazetedeki ilk köşe yazımda bu kadar karamsar yaklaşmak istemezdim. Ama gerçekleri görmezden gelmenin kimseye faydası yok. Yine de umuyorum ki önümüzdeki haftalarda yeni teknolojiler, yeni haberler ve yeni gelişmeler yaşanacak. Ben de burada daha umut verici, pozitif yazılarla sizlerle birlikte olacağım.