Dr. Levent Sümer
Stratejist, Yazar, Akademisyen
Bu yazımda İklim Değişikliğinin Küresel Ekonomik Etkileri ve Yeşil Finansmanın stratejik önemine değineceğim.
İklim değişikliği bugün artık salt bir çevre meselesi olmaktan çıkmış küresel ekonomik düzeni dönüştüren yapısal bir kırılma başlığı hâline gelmiştir. Artan sıcaklıkların ekonomiler üzerindeki etkilerini, aşırı hava olaylarının üretim ve tedarik zincirine verdiği hasarı, şehirlerdeki kırılganlığı ve insan sağlığı üzerindeki uzun vadeli etkileri artık çok net ölçebilmekteyiz. Bu veriler bizi tek bir sonuca götürmektedir: İklim değişikliği ertelenebilir bir risk değil, bugünü ve yarını belirleyen ciddi bir ekonomik gerçekliktir.
İklim Değişikliğinin Çevresel, Ekonomik ve Sosyal Etkileri
İklim değişikliği, ekonomik üretim, sağlık, gruplar arası çatışma, gıda güvenliği, doğal afetler, göç, karar verme ve davranış eğilimleri, şehirleşme, enerji, insan sermayesi ve verimlilik, sigorta, gayrimenkul, deniz seviyesinin yükselmesi ve ticaret alanlarında ciddi sosyal, çevresel ve sosyal etkiler oluşturmaktadır.
Bilimsel veriler sıcaklık artışlarının ekonomik etkilerinin doğrusal değil; ekonominin tüm katmanlarını sarsan, “birikimli kayıplar” üreten karmaşık bir mekanizma oluşturduğunu göstermekte. Örneğin, küresel sıcaklıklardaki her 1°C artışın işgücü verimliliğinde 1,3 trilyon dolarlık kayba yol açtığı tahmin edilmekte. Fiziksel emek yoğun sektörler –inşaat, tarım, lojistik, madencilik– bu kayıptan en fazla etkilenen alanlar.
Tarım, iklim değişikliğine karşı en kırılgan sektörlerden biri. Sıcaklık eşiklerinin aşılmasıyla buğday, pirinç ve mısır gibi temel tahıllarda verim düşüşlerinin artacağı öngörülmekte. Bu yalnızca bir gıda güvenliği sorunu değil; üretimde maliyetlerin artması, fiyat baskısı ve tedarik zincirlerinin yeniden şekillenmesi anlamına geliyor.
Şehirler de risk altında. Artan sıcaklıklar “ısı adası etkisini” güçlendiriyor; bu durum özellikle düşük gelirli mahallelerde sağlık sorunlarını derinleştiriyor. Kent selleri, altyapının yetersiz olduğu bölgelerde üretim kayıplarını ve lojistik kesintilerini artırıyor. Kıyı hattındaki kentler için ise deniz seviyesi yükselmesi, sigorta maliyetlerini ve gayrimenkul sektöründeki riskleri dramatik biçimde yükseltiyor.
Aşırı hava olaylarının doğrudan zararları kadar, dolaylı ve uzun vadeli ekonomik etkileri de kritik önemde. Örneğin, büyük bir sel ya da fırtına sonrası kaybedilen üretim günleri, sağlık harcamaları, psikolojik etkiler veya uzun vadeli iş gücü kayıpları çoğu zaman fiziksel hasarın birkaç katına ulaşıyor.
İklim değişikliğinin yalnızca ekonomi üzerinde değil, toplumsal huzur ve güvenlik üzerinde de belirgin etkileri var. Yüksek sıcaklıkların hem bireysel hem toplumsal çatışma riskini artırdığı, kuraklık kaynaklı kırsal yoksullaşmanın göçü tetiklediği, ancak aynı zamanda en yoksul grupları “yerinde mahsur” bıraktığı biliniyor.
Özetle, iklim değişikliği ekonomik olduğu kadar sosyal ve jeopolitik bir risk.
Finansman Açığı ve Yeşil Finansın Kaldıraç Etkisi
Küresel iklim hedeflerine ulaşmak için yıllık yatırım ihtiyacının 4–6 trilyon dolar aralığında olduğu tahmin edilmekte. Mevcut iklim finansmanı bunun yalnızca üçte birini karşılayabiliyor. Yani dev bir finansman açığı var ve bu boşluğu kapatmak için yeşil finansman öne çıkıyor.
Yeşil finansı konuşurken sürdürülebilir finans, yeşil finans ve iklim finansı kavramlarına değinmek önemli çünkü bu kavramlar çoğu kez karıştırılıyor.
Sürdürülebilir Finans: Çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterlerini bir bütün olarak finansal karar alma süreçlerine entegre eden çatı kavramdır. Yalnızca iklimle sınırlı değildir; toplumsal etki, yönetişim ve çevreyi birlikte ele alır. Yeşil finansı da kapsar.
Yeşil Finans: Çevresel fayda üreten projelerin finansmanını hedefler. Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, atık yönetimi, temiz ulaşım gibi alanlara odaklanır. İklim finansını da kapsar.
İklim Finansmanı: Paris Anlaşması’nın hedeflerine uyumlu biçimde yalnızca iklim değişikliğinin azaltımı ve uyum projelerini fonlar. Yeşil finansın iklim odaklı alt kümesi olarak görülebilir.
Türkiye COP31’e Ev Sahipliği Yaparken: Fırsatlar ve Sorumluluklar
Türkiye’nin COP31’e ev sahipliği yapacak olması oldukça önemlidir. COP yalnızca müzakerelerin yürütüldüğü bir platform olmayıp aynı zamanda küresel sermayenin, çok uluslu şirketlerin, finansal kuruluşların ve teknoloji liderlerinin dünya ekonomisinin geleceğini şekillendirdiği dev bir yatırım vitrini işlevi görmektedir.
Bu bağlamda Türkiye için üç kritik fırsat ortaya çıkıyor:
- Yatırım Çekme ve Yeşil Sanayi Dönüşümü: Türkiye bugün yenilenebilir enerjide güçlü bir kapasiteye sahip; güneş ve rüzgâr yatırımları devam etmekte. COP31, yeşil hidrojen, depolama teknolojileri, elektrikli ulaşım ve enerji verimliliği yatırımlarında Türkiye’nin cazibe merkezi olmasını sağlayabilir.
- İhracatta Rekabet Gücü: Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi (CBAM) yürürlüğe girmişken, karbon yoğun üretim modelini sürdürmek mümkün değil. Türkiye’nin ihracata dayalı sektörleri –çelik, çimento, alüminyum, kimya– için yeşil dönüşüm artık stratejik bir zorunluluk.
- Finans Merkezi Olma Potansiyeli: İstanbul Finans Merkezi, doğru adımlarla bölgenin sürdürülebilir finans üssü olabilir. Yeşil tahvil, sürdürülebilir sukuk, iklim fonları ve karbon piyasaları bu sürecin temel araçlarıdır.
İklim değişikliğinin ekonomik ve toplumsal etkileri artık küresel finans dünyasının merkezine yerleşmiş durumdadır. Yeşil finans, bu maliyetleri azaltmanın ve yeni ekonomik fırsatlar yaratmanın en güçlü aracıdır. Türkiye, COP31 sayesinde yalnızca bir zirveye ev sahipliği yapmayacak; aynı zamanda yeni küresel iklim ekonomisinde bölgesel bir lider olma şansını da yakalayacaktır. Bu amaçla gerekli tüm hazırlıkların ve planlamaların şimdiden yapılması çok önemlidir.
Kaynak: Sanayi Gazetesi