Prof. Dr. Metin DUYAR
ASELSAN’ın yükselişi, savunma ihracatındaki derinleşme ve nitelikli insan kaynağı üzerinden bir dönüşüm analizi
1990’lı yılların sonunda Türkiye’nin savunma sanayi haritası, büyük ölçüde dışa bağımlı, ithal kalemlerle şekillenmiş ve teknolojik olarak dış merkezli bir yapıya sahipti. Modernleşme çabaları çoğu zaman silah sistemlerinin ‘paket halinde’ ithal edilmesiyle sonuçlanıyor; yerli mühendislik yalnızca uyarlama düzeyinde kalıyordu. Sözleşmelerin teknik şartnamelerinde ‘gizlilik’ hükümleriyle üretim bilgisinin paylaşılmadığı, bakım-onarım için bile dış kaynaklara muhtaç olunan bir dönem yaşandı.
Bu koşullarda, Türkiye’nin ‘ithalatçı’ pozisyonu sadece stratejik değil; aynı zamanda ekonomik bir zayıflığı da beraberinde getiriyordu. Bir yandan cari açığı büyüten büyük ölçekli ithalat kalemleri, diğer yandan dış tedarike dayalı güvenlik mimarisi, ülkenin askeri bağımsızlığı önünde temel bir engel teşkil ediyordu. 2000’li yılların başından itibaren ise bu tablo köklü biçimde değişmeye başladı.
Kamunun yön verdiği, özel sektörün mühendislik yetkinliğiyle genişleyen ve üniversitelerin araştırma gücünün entegre edildiği bir yapı inşa edildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçları doğrultusunda ASELSAN, TUSAŞ, Roketsan ve MKE gibi kurumlar yeniden yapılandırıldı; Baykar, STM, BMC gibi firmalar ise sektöre dinamik bir giriş yaptı. Bu dönüşüm yalnızca bir üretim kapasitesi meselesi değil; aynı zamanda stratejik karar alma mekanizmalarının yeniden inşasıydı.
Savunma sanayiinde yerlilik oranı 2002’de %20’ler civarındayken, 2024 sonunda bu oran %80’e yaklaştı. Türkiye artık sadece ürün değil; teknoloji, tasarım, mühendislik, bakım-onarım ve eğitim dahil olmak üzere tümleşik çözümler sunan bir aktöre dönüştü.
Bu yazıda, Türkiye’nin bu dönüşüm sürecini birkaç başlıkta inceleyeceğiz: ASELSAN örneği üzerinden borsadaki yansımasını, ihracat modelleri üzerinden küresel yayılımını, Avrupa ile geliştirilen stratejik iş birliklerini ve en önemlisi, bu dönüşümün taşıyıcısı olan nitelikli insan gücünü.
ASELSAN’IN YÜKSELİŞİ: PİYASA GÜCÜ, TEKNOLOJİ VE GÜVEN
Bir savunma sanayi şirketi düşünün: Hem kamu ihalelerinde tartışmasız lider hem sivil teknolojilerde kabiliyet geliştiriyor hem de borsada yatırımcıların gözdesi. ASELSAN tam da bu üçlü rolü başarıyla sürdürüyor. 2025’in ilk yarısında şirketin piyasa değeri 1 trilyon TL’yi aşarak Borsa İstanbul’da zirveye yerleşti. Bu sadece bir finansal başarı değil; aynı zamanda Türkiye’nin savunma sanayiindeki kurumsal olgunluğunun da bir göstergesi.
Bu büyüme, elbette sadece hisse senedi fiyatlarıyla açıklanamaz. ASELSAN’ın başarısı, yıllar içinde stratejik ürün gruplarına yaptığı yoğun yatırımlara, kendi mühendislik gücünü sistematik biçimde geliştirmesine ve en önemlisi, devletin yön verdiği savunma vizyonuyla uyum içinde çalışmasına dayanıyor.
ASELSAN, bugün itibarıyla radar sistemlerinden elektro-optik kameralara, insansız sistem haberleşme ağlarından komuta kontrol yazılımlarına kadar çok geniş bir teknolojik spektrumda üretim yapabiliyor. Şirketin cirosunun %7’sini AR-GE’ye ayırması, bu büyümenin tesadüfi değil, bilinçli bir kurumsal stratejinin sonucu olduğunu gösteriyor.
Elektronik harp sistemleri, düşük görünürlüklü haberleşme cihazları ve komuta-kontrol altyapıları gibi alanlarda NATO standartlarını aşan çözümler geliştiren ASELSAN, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri için değil; aynı zamanda yurt dışındaki müttefik ordular için de güvenilir bir tedarikçi olarak öne çıkıyor.
ASELSAN BİR YILDA YÜZDE 108 DEĞER KAZANDI
ASELSAN’ın halka açık yapısı, şirketin hesap verebilirliğini ve finansal şeffaflığını artırırken; aynı zamanda savunma sanayine olan yatırımcı ilgisinin de bir göstergesi haline geldi. 2024 yılında BIST-100 endeksindeki performans artışında savunma firmalarının etkisi açık biçimde gözlendi. ASELSAN hisseleri bir yıl içinde %108 değer kazanırken, diğer sektörlerin genel artışı bu oranın yarısı düzeyindeydi.
Bu tablo, yalnızca finansal yatırımcıların değil; kamunun, stratejik yatırım fonlarının ve kurumsal aktörlerin de savunma sanayiine yöneldiğini gösteriyor. Türkiye, “savunmayı sadece güvenlik meselesi” değil; aynı zamanda “ekonomik kalkınma aracı” olarak konumlamaya başladı. ASELSAN, bu yaklaşımın somut sembolü oldu.
ASELSAN örneği, Türkiye’nin savunma sanayii dönüşümünde teknolojik kabiliyet + kurumsal yapı + finansal güç üçlüsünün nasıl bir çarpan etkisi yarattığını gösteriyor. Bu başarı, yalnızca bir şirketin değil; yerli üretim politikasına odaklanan, insan kaynağını geliştiren ve uzun vadeli planlama kültürünü içselleştiren bir ekosistemin başarısıdır.
Bir ülkenin savunma sanayiindeki başarısı yalnızca ne kadar ürettiğiyle değil ne kadar ihracat yapabildiğiyle ölçülür. Türkiye, 2024 yılında savunma ve havacılık alanında 5,5 milyar dolarlık ihracatla tüm zamanların rekorunu kırdı. Bu başarı yalnızca adet bazlı satışlarla değil; mühendislik, entegrasyon ve teknoloji transferini de içeren karmaşık projelerle sağlandı.
Geçmişte Türkiye’nin savunma ihracatı çoğunlukla “bitmiş ürün” üzerineydi: bir TSK envanterine giren silah, belli bir süre sonra ihraç ediliyor; tasarım ve mühendislik know-how’ı paylaşılmıyordu. Ancak bugün gelinen noktada Türkiye artık ürün değil, çözüm ve sistem satıyor.
Savunma ihracatı, artık sadece bir ekonomik gelir kaynağı değil; aynı zamanda diplomatik ilişkileri pekiştiren bir araç olarak işlev görüyor. Türkiye, ihraç ettiği sistemler üzerinden askeri eğitimler veriyor, yerel personeli kendi standartlarına göre yetiştiriyor ve uzun vadeli teknik iş birlikleri kuruyor. Bu durum, alıcı ülkelerde Türkiye’ye yönelik teknik, siyasi ve stratejik bağımlılığı artırırken; aynı zamanda NATO dışı bağlaşıklarla çok katmanlı ilişkiler kurulmasını sağlıyor.
Türkiye’nin 2024 savunma ihracatının %60’ı doğrudan satış, %25’i ortak üretim ve teknoloji transferi, kalan %15’i ise bakım, eğitim, yazılım güncelleme gibi servis gelirlerinden oluştu. Bu tablo, ihracatın artık yalnızca mal satışına değil, yüksek katma değerli hizmet zincirine dayandığını gösteriyor.
Savunma sanayiinde tedarik zincirleri artık yalnızca askeri kabiliyeti değil, jeopolitik yönelimi de belirliyor. Bu nedenle Türkiye’nin Avrupa ile geliştirdiği ortak üretim, teknoloji paylaşımı ve lisanslı entegrasyon modelleri, yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda stratejik bir dönüşüme işaret ediyor. Eskiden “müşteri” konumunda olan Türkiye, artık Avrupa için ortak üretici ve güvenilir tedarikçi konumunda.
ALMANYA ÖRNEĞİ
2024 sonunda Almanya’da kurulması planlanan topçu mühimmatı üretim tesisi, Türk şirketi Repkon Savunma’nın teknoloji transferiyle hayata geçiriliyor. Bu iş birliği, yalnızca makina tedariği ya da çizim paylaşımı değil; üretilen mühimmatın mühendislik standartlarının Türk know-how’ıyla şekillenmesi anlamına geliyor.
ROMANYA ÖRNEĞİ
Romanya, NATO içinde güvenlik risklerine en çok maruz kalan ülkelerden biri. 2023’te Otokar ile Romanya Savunma Bakanlığı arasında imzalanan anlaşma ile zırhlı araç üretimi Romanya’da yapılacak şekilde planlandı. Ancak bu üretim, lisans alımından öteye geçiyor: Türk mühendisleri üretim sürecine doğrudan dahil oluyor, yerli tedarikçileri organize ediyor ve Romanya iç pazarına göre uyarlanmış varyantlar geliştiriyor.
Türkiye’nin Avrupa savunma pazarındaki konumu hâlâ “yükselen ortak” düzeyinde. Ancak giderek artan lisanslı üretim, sistem paylaşımı, bakım ve eğitim iş birlikleri, Ankara’yı sadece “yedek tedarikçi” değil; kalıcı bir oyuncu haline getirme potansiyeline sahip.
Bu bağlamda Avrupa için Türkiye, sadece ucuz iş gücü sağlayan bir coğrafya değil; mühendislik kalitesiyle, hızlı üretim döngüsüyle ve politik denge kabiliyetiyle vazgeçilmez bir partner adayı olarak görülüyor.
Devamı sonraki hafta…
Kaynak: Sanayi Gazetesi