Prof. Dr. Metin Duyar
Çevre, insan sağlığı ve üretim güvenliği ekseninde yeni bir planlama anlayışı başlıyor.
Bugün sanayileşmenin sürdürülebilirliği, çevreyle uyum, insan sağlığı ve üretim güvenliği gibi parametrelerle ölçülüyor. Bu da yeni bir çağın kapısını aralıyor: “Planlamanın sadece ekonomik değil, ekolojik ve insani bir değer taşıdığı” bir dönem.
Organize Sanayi Bölgeleri (OSB), bu dönüşümün tam merkezinde yer alıyor. Zira Türkiye’de üretimin yaklaşık yüzde 45’i OSB sınırları içinde gerçekleşiyor. Bu bölgeler yalnızca fabrikaların bulunduğu alanlar değil; aynı zamanda enerji, ulaşım, atık yönetimi, lojistik ve istihdam gibi birçok sistemin kesişim noktası. Ancak artan nüfus, kentleşme baskısı, iklim krizi ve teknolojik dönüşüm, bu alanların planlanma biçimini yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kıldı.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın Ekim 2025’te yayımladığı “Organize Sanayi Bölgeleri İmar Planı Şartnamesi”, işte tam bu dönemeçte devreye giriyor. Şartname, yalnızca bir imar kılavuzu değil; Türkiye’de sanayi alanlarının geleceğini şekillendirecek bir ‘yönetişim dokümanı’ olarak değerlendiriliyor.
Bu yeni düzenleme, OSB planlamasında üç temel dengeyi merkeze alıyor:
- Çevresel sürdürülebilirlik: Toprak, su, hava kalitesinin korunması, flora ve fauna üzerindeki etkilerin azaltılması.
- İnsan sağlığı: OSB’lerin çevresinde yaşayan nüfusun güvenliği, gürültü ve emisyon kontrolü, iş güvenliği koşullarının mekânsal olarak tanımlanması.
- Üretim güvenliği: Altyapı sürekliliği, afet risk yönetimi, enerji ve ulaşım ağlarının dayanıklılığı.
Yeni şartname, bu üç dengeyi yalnızca ‘temenni’ düzeyinde değil, plan notlarına, harita katmanlarına ve jeoteknik analizlere entegre eden bağlayıcı bir belge haline getiriyor.
Bu yönüyle Türkiye, Avrupa Birliği’nin “Yeşil Mutabakat” hedefleriyle de örtüşen bir planlama anlayışına geçiyor.
Sanayi artık sadece fabrika binalarının toplandığı bir üretim modeli değil; doğa, teknoloji ve insan arasındaki uyumun planlandığı yeni bir yaşam alanı formuna evriliyor. Dolayısıyla, “OSB İmar Planı Şartnamesi” Türkiye’nin yalnızca sanayi stratejisini değil, aynı zamanda kentleşme, çevre ve kalkınma paradigmasını da yeniden tanımlıyor.
TÜRKİYE NEDEN BÖYLE BİR DÖNÜŞÜME İHTİYAÇ DUYDU?
Sanayi alanlarının bugünkü dönüşüm ihtiyacı, yalnızca teknolojik bir zorunluluk değil; aynı zamanda toplumsal, çevresel ve ekonomik bir gereklilik haline geldi. Türkiye, son on yılda hızlı sanayileşmenin getirdiği avantajların yanında, plansız büyümenin yarattığı ciddi yapısal sorunlarla da karşı karşıya kaldı.
Öncelikle, çevresel sürdürülebilirlik boyutunda alarm veren bir tablo söz konusu. Birçok OSB’de arıtma altyapısının yetersizliği, yer altı su kaynaklarının kirlenmesine, tarım alanlarının sanayi baskısı altında küçülmesine yol açtı. Özellikle Marmara, Ege ve İç Anadolu bölgelerinde sanayi-tarım-yerleşim alanları arasındaki sınırların giderek silikleşmesi, ekolojik dengeyi tehdit eder boyuta ulaştı.
İkinci olarak, insan sağlığı ve yaşam kalitesi açısından önemli riskler doğdu. Gürültü, emisyon, atık yönetimi ve trafik yoğunluğu gibi unsurlar, OSB çevresinde yaşayan nüfus üzerinde doğrudan etki yaratıyor. İş kazaları ve mesleki hastalıklar, yalnızca bireysel değil, mekânsal bir planlama sorunu olarak da ele alınmalı hale geldi.
Üçüncü olarak ise üretim güvenliği ve altyapı dayanıklılığı konusu, iklim krizinin etkileriyle daha görünür hale geldi. Sel, deprem ve aşırı sıcaklık gibi olaylar, sanayi tesislerinin fiziksel ve lojistik güvenliğini tehdit ediyor. 2023 Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası yapılan analizlerde, OSB’lerin bir kısmının aktif fay hatlarına çok yakın mesafede bulunduğu ve bu durumun üretim sürekliliği açısından ciddi risk oluşturduğu belirlendi.
Tüm bu nedenler, sanayi planlamasında yeni bir paradigma gerekliliğini ortaya koydu. Artık mesele sadece üretim alanı açmak değil; bu alanların “yaşanabilir, dirençli ve çevreyle uyumlu” olmasını sağlamak. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın Ekim 2025 tarihli “Organize Sanayi Bölgeleri İmar Planı Şartnamesi” de tam olarak bu soruya yanıt veriyor:
“Üretimin geleceği, yalnızca verimlilikte değil, planlamanın niteliğinde gizli.”
Yeni düzenleme, böylece hem sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle hem de AB Yeşil Mutabakat uyum süreciyle eşgüdümlü bir yön çizmeyi hedefliyor. OSB’lerin bundan sonraki planlama süreçleri, çevre, insan sağlığı ve üretim güvenliği üçlüsünün kesiştiği noktada ilerleyecek.
Bu da Türkiye için sadece bir teknik dönüşüm değil, sanayi politikasının kültürel dönüşümü anlamına geliyor — yani üretim artık sadece “nerede yapılır” sorusunun değil, “nasıl yapılmalı” sorusunun da cevabını içeren bir vizyona dayanacak.
SANAYİLEŞMEDE YENİ DÖNEM: PLANLAMADA İNSAN VE ÇEVRE DENGESİ
Yeni şartname, klasik imar planı mantığını aşarak “üretim alanı” kavramını çok boyutlu bir sistem haline getiriyor.
Artık OSB planları yalnızca parsel düzeninden ibaret değil; çevresel etki, jeoteknik güvenlik, enerji altyapısı, atık yönetimi ve hatta sosyal yaşam alanlarını da kapsayan bir çerçeveye oturuyor.
Bakanlığın yayımladığı dokümana göre; her OSB imar planında çevre ve insan sağlığı kriterlerinin ayrı başlıklarla tanımlanması zorunlu hale geliyor. Bu, OSB’lerin artık sadece üretim değil, yaşam kalitesi odaklı yerleşimler olarak tasarlanacağını gösteriyor.
YEŞİL OSB KAVRAMI ARTIK RESMÎ ÇERÇEVEDE
Yeni şartname, Türkiye’nin yeşil dönüşüm politikasını doğrudan OSB planlamasına taşıyor.
“Yeşil OSB” kavramı, yalnızca enerji verimliliğiyle sınırlı değil; atık su arıtma, yenilenebilir enerji kullanımı, karbon ayak izi hesaplaması ve yeşil alan oranı gibi kriterleri içeriyor.
Bu kapsamda, OSB’lerde enerji yönetim sistemlerinin (ISO 50001) ve çevre yönetim sistemlerinin (ISO 14001) entegrasyonu artık öneri değil, fiilen uygulanması beklenen standartlar haline geliyor.
Not: Türkiye genelinde 400’den fazla OSB bulunuyor. Bunların sadece %12’si “yeşil dönüşüm” programına dahil. Yeni şartname, bu oranı artırmayı hedefliyor.
DÖNÜM NOKTASININ EŞİĞİNDE
“Organize Sanayi Bölgeleri İmar Planı Şartnamesi (Ekim 2025)”, Türkiye’nin sanayi politikalarında yalnızca teknik bir düzenleme değil; mekânsal sürdürülebilirlik ve üretim güvenliği kavramlarını merkezine alan yeni bir kalkınma anlayışının ilanı niteliğinde. Bu belge, sanayinin coğrafi yer seçimi, altyapı düzeni ve çevresel etkileri konusunda bugüne kadar parçalı biçimde yürüyen uygulamaları, bütüncül bir planlama sistemine dönüştürmeyi hedefliyor.
Aslında bu adım, Türkiye’nin sanayi tarihinde bir yön değişikliğini temsil ediyor. Uzun yıllar boyunca “sanayi yatırımı neredeyse, plan oraya göre yapılır” anlayışı hâkimdi. Artık tablo tersine dönüyor: Plan nerede uygunsa, sanayi orada yükselecek. Yani üretim, mekânsal akılla şekillenecek. Bu dönüşüm, yalnızca yeni OSB’ler için değil, mevcut sanayi bölgelerinin de yeniden yapılandırılması açısından bir yol haritası sunuyor.
Eğer bu şartname yerel ölçekte doğru uygulanır, her OSB yönetimi kendi planlama sürecini şeffaf, katılımcı ve bilimsel temellere dayandırırsa; Türkiye sanayisi artık yalnızca üretim hacmiyle değil, yaşanabilirliği, çevreyle uyumu ve güvenliğiyle de örnek gösterilen bir model haline gelebilir. Bu, ‘büyüyen sanayi’den ‘akıllı sanayi ekosistemi’ne geçiş anlamına gelir.
Yeni dönemde OSB’ler artık yalnızca fabrika kümeleri değil, insan ve teknoloji merkezli üretim kampüsleri olarak tasarlanacak. Enerji yönetim sistemleri, dijital ikiz uygulamaları, su ve atık döngülerinin kapalı devre hale getirilmesi, karbon ayak izinin sürekli ölçülmesi gibi unsurlar, her OSB’nin kimliğinin parçası olacak. Bu da sanayi bölgelerini küresel ölçekte rekabetçi hale getirecek bir dönüşümün başlangıcıdır.
Bu noktada şartnamenin önemi, yalnızca çevre ya da imar boyutuyla sınırlı değildir; aynı zamanda ekonomik dayanıklılığın da bir garantisidir. Zira sürdürülebilir planlama olmadan uzun vadeli üretim güvenliği sağlanamaz. Bir OSB’nin enerji altyapısından yollarına, deprem riskinden arıtma sistemine kadar her bileşen, artık ulusal güvenliğin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Şartname, bu bakış açısını resmî düzeye taşımaktadır.
Kısacası, bu düzenleme bir “bürokratik rehber” değil; geleceğin sanayi kentlerinin manifestosudur. Türkiye, artık sadece “daha çok üretim” değil, “daha bilinçli, güvenli ve sürdürülebilir üretim” dönemine giriyor.
Bu yaklaşım, üretim gücünü çevreyle çatıştırmak yerine onunla uyumlu hale getiren bir stratejinin de ifadesidir.
Bundan sonra başarının ölçüsü, kaç fabrika yapıldığı değil; bu fabrikaların ne kadar sürdürülebilir, güvenli ve yaşanabilir alanlarda konumlandığı olacak.
Eğer bu vizyon istikrarlı biçimde sürdürülürse, Türkiye’nin sanayi bölgeleri yakın gelecekte yalnızca üretim merkezleri değil, yaşam, istihdam, teknoloji ve çevre dengesi üzerine inşa edilmiş yeni nesil şehir dokuları haline gelecektir. Bu da ülkenin sanayi tarihine, planlama kültürünü yeniden tanımlayan bir sayfa ekleyecektir.
Kaynak: Sanayi Gazetesi