Türkiye’nin sanayicilere yönelik uyguladığı destek mekanizmaları arasında “danışmanlık” yoktur. Çünkü, ekosistemin politika belirleyici, kanun yapıcı ve uygulayıcı bürokrasisine yerleşmiş anlayış böyledir.
Bunun temelinde de 1994 yılı sonunda DTÖ-Dünya Ticaret Örgütü ile imzalanan protokoldeki “Yatırım teşviği ve benzeri destekler kaldırılacak ve sadece AR-GE bazlı destek verilecektir” koşulunun yattığını düşünüyorum. 1995 yılında kurulan TİDEB (şimdiki adıyla TEYDEB) de büyük bir ihtimalle bu ilke üzerine inşa edilmiştir.
Dolayısıyla, sanayiyi desteklemek konusunda hangi yasaya hangi mevzuata bakarsanız başlangıçtaki amaç kısmında AR-GE ve yenilik bazlı çalışmaları desteklemek için yapıldığı yazılıdır.
AR-GE desteklerini KOBİ ölçeğinde yöneten KOSGEB diyor ki: “KOBİ’lerin mevcut durumlarını analiz etmek, sorunlarına çözüm aramak, ihtiyaçlarını belirlemek, beceri ve kabiliyetlerini geliştirmek, yurt içi ve yurt dışı pazarlarda rekabet edebilir düzeye gelebilmelerini sağlamak gerekir.”
Ölçeğe bakmaksızın AR-GE desteği sağlayan TÜBİTAK da şöyle diyor: “KOBİ’lerin AR-GE ve yenilik projelerini desteklemek için çeşitli programlar yürütülmekte; ancak AR-GE ve yenilik faaliyetlerinden elde edilen sonuçların sürdürülebilir şekilde ekonomik değere dönüştürülmesi, çok boyutlu bir süreçtir. KOBİ’lerin bu projelerden elde ettikleri çıktıları daha hızlı biçimde ticarileştirebilmesi; AR-GE ve yenilik kapasitelerini geliştirerek piyasada rekabet üstünlüğü sağlayabilecekleri ürün ve süreçler geliştirebilmeleri için başka desteklere ihtiyaç vardır.”
Devletin ekonomiyi rekabetçi yapmak için yüksek katma değerli üretim beklentisi doğrudur, üniversite – sanayi arasında iş birliği gerektiği de doğrudur ama bunun yolunun sadece AR-GE olarak gösterilmesi yanlıştır ve eksiktir. 25 yıldır AR-GE ile boğuşmamızı ama bir türlü ötesine geçemeyişimizin nedenlerini düşünmek lazım
AR-GE, tanımı itibariyle, insanoğlunun bugüne kadar yarattığı bilgi hazinesine katkı yapmaktır. Bunu yıllardır yapıyoruz ama bu AR-GE sonucunu rafta ürüne dönüştüremiyoruz. Bundan sonrası AR-GE tanımından çıkıyor ve bu sürece “inovasyon yani yenilik yapmak” deniyor. İşletme bu noktaya geldiğinde yalnız kalıyor; çünkü, AR-GE sürecinde hem sanayiye hem de üniversiteye destek veren Devlet birden arkasını dönüp gidiyor. Halbuki, işin zor tarafı da buradadır.
Sonraki adımda devlet destekli danışmanlık hizmetleri devreye girmelidir ki, sanayicinin hevesi kırılmasın. Danışmanlık denilen, bir uzmanın bilgi birikiminden ve deneyiminden yararlanarak işletmenin bir takım geliştirmeler yapabilmesidir. Gelişmiş ülkelerdeki üniversiteler öğretim üyelerinin danışmanlık hizmeti vermesini sağlayacak özel yapılar oluşturmuştur. Akademik personelin danışmanlık hizmeti yapmasının bilgi alışverişini kolaylaştırdığını ve böylece ilgili akademik personelin mesleki gelişimini ilerlettiğini Kabul ederler. Unutulmamalıdır ki; hiç bir ilişki tek taraflı değildir. Akademisyen sanayiye bir şeyler aktarırken kendisi de mutlaka yeni şeyler öğrenecektir.